27 Ocak 2008 Pazar

Kalıcı makyajla daima bakımlı olabilirsiniz..

Kalıcı makyaj telebi yazın hep atrar. Nedeni gayet anlaşılır; bu mevsimi adeta ıslak geçiriyoruz. Hal böyleyken yüzümüzde makyaj tutmak adeta imkansız. Hadi dudağımızın rujunu her ortamda tazeleyebiliriz, yüzümüzü yıkadıktan sonra yeniden krem ve güneşten koruyucu sürebiliriz. Ama göz makyajını ne yapacağız? Ondan vaz mı geçeceğiz? Veya suya girdiğimizde makyajın akmasını, bulaşmasını göze mi alacağız? Water proof malzemeleri gün boyunca kullanmak kolay değil. Kalıcı makyajın tüm bu sorunlara karşın harika bir çözüm olduğuna kuşku yok. Bu nedenle yazın getirdiği bu ıslak alemde makyaj derdi canına tak eden birçok bayan ne pahasına olursa olsun, bir an önce kalıcı makyajla rahat etmek istiyor.

Keşke yaz gelmeden karar verseydiniz diyoruz ama kendilerini iyi koruyacağına söz verenlere yapıyoruz. Bu müddet içinde neme ve güneşe karşı ihtiyatlı davranarak ve sürekli güneş gözlüğü kullanarak kritik birkaç günü atlatıyorlar.

Bugünlerde bir çoğunuzun kalıcı makyajı aklından geçirdiğini bildiğim için size biraz bilgi vermek istedim. Belki karar vermenize veya gelecek sezona hazırlıklı girmenize yardımcı olabilirim.

Kalıcı makyaj nedir?
Kalıcı makyajın tıbbi adı ‘’intradermal-pigmentasyon’’ dur. Bir tür dövme uygulamasıdır ancak tekniği farklıdır. Her şeyden önce kullanılan iğneler çok incedir Dövme için mürekkep kullanılırken, kalıcı makyajda doğal maddelerden yapılan , pigment (renk hücreleri) enjeksiyonu yapılır.

Pastel bir çerçeve
Kalıcı makyaj yüzümüzdeki temel çizgileri belirginleştirir. Normal makyaj gibi koyu lekeler oluşturmaz. Sadece yüzdeki ifadeyi netleştiren bir çerçeve yaratır. Kalıcı makyaj deri altına yapıldığı için soluk ve mat görünür. Bu pastel görüntü kalıcı makyaja yumuşacık bir doğallık verir. Akmaz, rengi solmaz, bulaşmaz, sizi hiç uğraştırmaz. Ancak tabii ki ağır bir gece makyajıyla, dıştan sürülen bir eye-liner’la veya parlak rujlarla karşılaştırılamaz. İstendiğinde üzerine klasik makyaj yapılabilir.

Kalıcı makyajı tercih edenler
Kalıcı makyaj herkese uygulanabilir. Özellikle makyaj yapmaya vakit bulamayan aktif kadınlar, sporcular, sanatçılar, kontakt lens kullananlar ve hipermetrop gözlük taşımak zorunda olanlar, kalıcı makyaja daha fazla ihtiyaç duyarlar.

Örneğin sarışın ve beyaz tenli bir insanın kirpikleri, kaşları siliktir. Yüzdeki tüm renklerin birbirine yakın tonlarda olması ona soluk bir ifade verir. Bu solgunluğu yok etmek ve ifadeyi belirginleştirmek için, günlük yaşamda gözlere göz kalemi veya eye-liner, kaşlara hafif bir kaş kalemi ve dudaklara ince bir kontur çizilmesi gerekir. Ve tüm bunlar gün boyunca en az bir-iki kere tazelenir. Kalıcı makyaj bu uygulamaların dayanıklı bir hale getirilmesidir.

Kusurların düzeltilmesi ve kamuflaj
Öte yandan kirpik ve kaşları seyrek veya renksiz olanlar, düşük kaşlar, ince dudaklar, alopesi hastaları, kaşlarında yara izi olanlar, doğuştan veya sonradan dudaklarında şekil veya renk sorunu olanlar , kanser veya silikon implantı operasyonu sonrasında meme başında deformasyon oluşan insanlarda, kalıcı makyaj görünümü büyük ölçüde düzeltir.

‘’Kalıcılık’’ süresi:
Kalıcı makyajın ömrü genel olarak 1-5 yıl arasındadır.Ancak bu süre, kişinin cilt yapısına, yaşına ve yaşadığı çevreye göre değişir. Deri altına enjekte edilen renkli pigmentler, cilt yenilendikçe azalır, solar ve sonunda tükenir. Bu nedenle kalıcı makyaja belli aralıklarla rötuş yapılması gerekir.

Açık renkli ciltler, esmer ciltlerden daha hızlı yenilenir. Bunun doğal bir sonucu olarak, kalıcı makyaj daha kısa sürede azalır. Esmer ciltler bu açıdan daha şanslıdır. Yaş ilerledikçe cildin yenilenmesi yavaşladığından, kalıcı makyajın ömrü uzar

KALICI MAKYAJ YAPTIRMAK İSTİYORSANIZ
BU KONULARI DİKKATE ALMALISINIZ:

Acı verir mi ?
Esasında ciddi bir acıdan bahsedilemez. Hastalar acıdan çok makinenin titreşiminden tedirgin olurlar. Bu his özellikle eye-liner uygulamasında oluşur. Kaşlardaki uygulama sırasında hissedilen rahatsızlık, ancak cımbızla kaş alındığı zaman duyulan rahatsızlık kadardır.

Anestezi:
Kalıcı makyaj öncesinde, lokal anestezik bir kremle uyuşturma yapılır. Bu hazırlık duyarlığı en az seviyeye indirir. Dudak kontürü uygulamalarında, doktor uygun görürse, enjeksiyonla uyuşturma yapılabilir.

Rengin oturması:
Kalıcı makyajın cilt içinde tam olarak olgunlaşması iki hafta kadar sürer. İyileşme sürecinde, cilt üzerinde yeni bir deri tabakası oluşacağı için, özellikle dudaklarda renk solgun görünebilir. Bu geçici durum yanıltıcı olabilir ve hasta kalıcı makyajın başarılı olmadığını düşünebilir. Kaş ve eye liner uygulamasında ise tam tersi olabilir. Yani kalıcı makyajın yapıldığı ilk gün ve onu takip eden birkaç gün süreyle renk çok koyu görünür. Çünkü pigment cilt içinde okside olarak koyu bir renk alır. Bu da geçicidir. 15 gün ile 1 ay arasında bir süre içinde renk istenilen kıvama kavuşur.

Komplikasyon olasılığı:
Kalıcı makyaj steril şartlarda ve bilinçli bir şekilde yapıldığı takdirde hiçbir riski yoktur. Uygulama temiz ve iyi aydınlatılmış bir ortamda, steril iğneler ve pigmentlerle, deneyimli bir uzman tarafından yapılmalıdır.

Allerjik reaksiyon eğilimi olan ciltlere önce test yapılır. Bunun için derinin göze batmayacak herhangi bir yerinde işlem yapılarak, tepkisi iki hafta gözlenir. Uçuk çıkarma ihtimali olan dudaklara, kalıcı makyaj yapılmadan bir hafta önce, bir hazırlık tedavisi uygulanır.
Açık renkli, hassas veya kılcal damarları yüzeyde olan ciltlerde, hafif kanama görülebilir ama hemen geçer. Bu nedenle aspirin veya benzeri kanı sulandıran ilaçların, makyajdan birkaç gün önce kesilmesi gerekir.

Kızarıklık ve yanma:
Uygulamadan sonra; hafif bir yanma hissi, geçici bir kızarıklık veya hafif şişkinlik görülebilir. Bu tepkiler doğaldır. Buzla kompres yapılarak kısa sürede geçirilir.

Pigment kabukları:
Kalıcı makyaj uygulamasından sonraki bir- iki gün içinde, işlem yapılan bölgede pigment kabukları oluşur. Güneş, nem ve sudan korunmayı gerektiren en kritik dönem budur. Kabuklar oluşuncaya kadar dikkat gerekir. Ondan sonra pigment kabukları kalıcı makyajı ve deriyi nispeten korur. Kabuklar genellikle gözle fark edilmez ama elle hissedilebilir. Bu kabuklar ortalama bir hafta içinde kendi kendine dökülür. Elle kopartılırsa renk boşluklarına neden olur.

Su ile temas:
Kalıcı makyaj yapılan yerlere bir süre su değdirilmemesi gerekir. Bu süre cilt tipine bağlı olarak değişir. İki hafta kadar sauna, hamam gibi buharlı ortamlardan uzak durulur. Pigment kabukları oluşmadan önce suya girilirse mikrop kapma ihtimali olabilir. Daha sonra ise kabukların erken dökülmesi söz konusudur. Bu sağlığınıza zarar vermez ama yapılan makyajın kalitesini düşürür, renk boşluklarına neden olabilir ve rötuş yapılması gerekir.

Yağlar ve kremler:
Kalıcı makyaj uygulanan yerler kendi haline bırakılmalıdır. Bu bölgelere, kabuklar düşünceye kadar vazelin içeren yağlı kremler sürülmez ve tabii peeling gibi işlemler de yapılmaz. Vazelin, yağlı kremler veya pomadlar makyajın normalden daha çabuk silinmesine neden olabilir. Pigment kabukları hastayı çok rahatsız edecek olursa sıvı gliserin sürülebilir.

Güneş ve solaryum:
Yanan cilt soyularak yenilenirse pigmentlerin kalıcılık süresi kısalır. Bu nedenle, kalıcı makyaj uygulanan bölgelere yüksek koruma faktörlü krem sürmeden, güneşe çıkılmamalı ve solaryum kullanılmamalıdır.

Depigmentasyon için yapılan kalıcı makyajın korunması ise daha fazla özen gerektirir. Derinin soyulmasının ötesinde, güneş etkisiyle ciltte oluşacak en küçük renk değişikliği, görüntünün dengesini bozar. Lekeleri kamufle etmek için yapılan makyajın hiçbir anlamı kalmaz. Güneşle karşılaşmak zorunlu olduğunda, çok yüksek faktörlü (45 veya 60) kremlerin kullanılması gerekir.

Büyük bir ayrıcalık !
Doğrusu kalıcı makyaj biraz zahmetli bir iştir. Ama biraz özveride bulunulursa, nefis bir konfor sağlar. Birçok kusuru giderebildiği gibi, tatilde, suda, teknede, duşta, doğada hep bakımlısınız!
Sudan, güneşten ve nemden uzak kalmak zor olduğu için bu mevsimde yapılmasını pek tavsiye etmiyoruz. Ancak insanlar birkaç gün klimalı ortamlardan ayrılmamayı göze alıp ısrarla talep ediyorlar. Kuşkusuz yazın yapılan kalıcı makyajların çoğuna sonra tekrar rötuş yapmak boşlukları yeniden doldurmak gerekiyor. Ama seçim sizin…

Dr. Yasemin Fatih Amato

NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

İnsan tenindeki nakış..

Bilmem dövmeleri sever misiniz? Ben kişisel olarak hiçbir zaman kendime dövme yaptırmayı düşünmedim. Tam tersine dövmelerinden vaz geçmek isteyenlere yardımcı olmak için daha fazla emek verdim. Ama bu bezemenin bir sanat olabileceğini ve birçok insan için çok şey ifade ettiğini biliyorum. Üstelik çok eski çağlardan beri yaşayan bir gelenek olduğu için ilgimi çekiyor. Bugün sizinle bunları paylaşmak istiyorum.

1960’lı yılların romantizmi:
1960’lı yıllarda dövme Batı ülkelerinde bir moda haline geldi. Biraz Doğu kültürünün yeniden keşfi, kısmen protest işareti olarak, bazı insanlar için “farklı bir birey olmanın” sembolü olarak yayıldı. Bazıları yalnızlıklarını, kimileri cesaretlerini, özlemlerini yada ideallerini vücutlarına nakşettirmek ve bu şekilde kendilerini ifade etmek istediler. Hala da devam ediyorlar. Bazı dövmeler gerçekten sanat eseri gibi. Kimisine yakışıyor, bir başkasında itici olabiliyor. Her şey gibi, dövme de bir taşıma becerisi meselesi..

Çok eski bir gelenek:
Esasında dövme geleneği çok eski tarihlere dayanır. Japonya’da bilinen dövmelerin geçmişi İ.Ö.5000 yıllarına kadar uzanır. Belki daha eskileri de vardır. Mısır mumyalarında sık sık karşılaşılan dövmeler ise İ.Ö.2000’li yıllara aittir. Bazı ilkel toplumlarda dövme baştan sona bir ritüel konusudur. Dövme yapılacak kişinin belli dinsel kuralları yerine getirmesi ve beceriler sergilemesi beklenir. İnsanlar inançlarını, adanmışlıklarını, sahip olmak istedikleri gücün simgesini, korktukları ruhani güçlere yada nazara karşı koruyucu olduğuna inandıkları simgesel figürleri vücutlarına kalıcı bir mühür gibi sabitlemişlerdir.

Sembollerle yoğrulmuş..
Anadolu’nun doğu ve güneydoğu bölgesinde dövme yaygındır. Dövmelerin kökeni anlamları kadar önem taşır. Dövme ya da Doğu ve Güneydoğudaki ismi ile dag/dak zamanla kaybolmayan bir boya maddesinin belli bir teknikle alt deriye işlenmesidir. Bu bölgelerde dövme yapımında is, kül, çivit, kibrit tozu, çini mürekkebi gibi maddeler kullanılır. Bunları sulandırmak için en makbul sayılan madde “anne sütü”dür. Kız çocuk doğuran ve emziren annelerin sütü özellikle tercih edilir. Dövmelerde işlenen sayılar bazı bölgelerde kutsaldır. Örneğin Viranşehir Yezidileri dövme malzemesini yedi kez karıştırıp, yedi gün beklettikten sonra yedili iğne ile işlem yaparlar…
Yahudilik ve Hiristiyanlık dinlerinde dövme yasaklanmıştır. Tevrat’da bu konuyu açıkça ifade eden bölümler vardır. Hiristiyan dünyada, insan tanrının benzeyişinde yaratıldığı inancı olduğu için dövmelerin yüzün ve vücudun görünüşüne müdahale ettiğine dair bir yorum vardır.

Modern estetik:
Günümüzde modern dövmeler tüm bu yazdıklarımızın dışında, sadece estetik amaçlarla kullanılmaktadır. Tıp literatüründe dövme uygulamasına “intradermal pigmentasyon” adı verilir. Hijyenik bir ortamda, uzmanlarca uygulanması öngörülür. Çağdaş dövme uygulamasında kullanılan malzemelerin steril ve tek kullanımlık olması gerekir. Boyaların da steril olması ve küçük kaplarda sadece bir kişi için kullanılması önemlidir. Çünkü dövme yapılırken kanamalar olur. Steril olmayan malzemelerden, iğnelerden kolayca hastalık bulaşabilir.

Nasıl yapılır?
Dövme sırasında uyuşturma işlemi yapılmaz. Fazla bir ağrıdan söz etmek abartılı olur ama ağrı eşiğiniz düşükse biraz daha güçlü hissedebilirsiniz. Boya cildin yaklaşık olarak 0.6 mm derinliğine özel bir iğne ile enjekte edilir. Uygulamadan sonra hafif bir sızı, biraz şişme ve kızarma normal kabul edilir. Buz kompresi bu tepkileri yatıştırır. Ortalama 3 gün içinde dövme uygulanan yerde boya renginde kabuklar oluşur. Rengin bir bütün olarak kalması için bu kabukları kopartmamak gerekir. Birkaç gün sonra kabuklar kendi kendine dökülür ve dövme gerçek rengine kavuşur. Dövmeler genellikle renk değiştirmezler ancak aşırı güneşlenme renk tonunun solmasına yol açabilir. Güneşe çıkmadan önce dövme üzerine güneşten koruyucu krem sürülürse, renkleri hiçbir zaman bozulmaz.

Dövmeden vazgeçmek isterseniz!
İşte dövme konusundaki en sıkıntılı sorun budur. Doğrusu dövmeyi ciltte hiçbir iz bırakmadan çıkartacak herhangi bir tıbbi yöntem yoktur. Dövmelerin kısmen çıkartılması ise uygulanmasından daha zahmetlidir ve daha uzun sürer. Dövmelerin hepsi aynı değildir. Amatörce yapılan dövmeler daha düzensizdir. Bazı yerleri daha derine bazı yerleri daha yüzeyde işlenir. Bunların çıkarılması da ona göre değişir. Kırmızı rengi çıkarmak zordur. Siyah ondan da zordur…

Lazer :
Lazer ışınları ile dövmenin olduğu bölge yakılır. Yanan deri kabuk tutar ve dövme bu kabukların dökülmesi ile kaybolur. Ancak yinede soluk bir renk kalması, yada deride yanık izi oluşması mümkündür. Lazerden sonra yaranın bakımı çok önemlidir. Pansumanlar talimatlara uygun şekilde ve dikkatle yapılırsa daha az iz kalır. Su ve güneşten uzun süre sakınmak gerekir.

Abrazyon :
Bu uygulama hastane ortamında yapılır. Cilt üzerinde çok hızlı dönen zımpara başlıklı özel bir aletle, deri bir bakıma zımparalanarak soyulur. İz kalma riski her zaman vardır.
Cerrahi Müdahale : Dövme küçük bir alanda uygulandıysa, o bölge kesilerek alınır ve iki ucu birbirine dikilir. İz kalması neredeyse kaçınılmazdır. Çok geniş alanı kaplayan dövmelerde bu yöntem kullanılamaz.

IPL lazer :
Çok yüksek atımlı ışık ile çalışan bu aletle dövmenin olduğu yere atış yapılır. Birkaç seans tekrar edilir. Dövme derinin yakılmasıyla silinmiş olur. İz ve soluk bir renk kalma riski vardır.

Kalıcı makyaj ile dövme farklıdır:
Kalıcı makyaj da bir tür dövmedir. Ancak tekniği oldukça farklıdır. Dövmeden çok farklı makineler ve çok daha ince iğneler kullanılır. Klasik dövmeler mürekkep boyalarla yapılır. Mürekkep yüze uygulanırsa hem allerjik reaksiyonlara neden olabilir hem de zaman içinde kaybolmayacağı için daha sonraki yıllarda, başka kozmetik işlemlerin yapılmasına engel olur. Kalıcı makyajda ise doğal pigmentler kullanılır. Bunlar zamanla vücut tarafından yavaşça eritilir ve silinir. Yani kalıcı makyaj oldukça dayanıklı olsa da sürelidir. Ömrü genel olarak 1-5 yıl arasındadır. Ancak bu süre, kişinin cilt yapısına, yaşına ve yaşadığı çevreye göre değişir. Deri altına enjekte edilen renkli pigmentler, cilt yenilendikçe azalır, solar ve sonunda tükenir.
Açık renkli ciltler, esmer ciltlerden daha hızlı yenilenir. Bunun doğal bir sonucu olarak, kalıcı makyaj daha kısa sürede azalır. Öte yandan yaş ilerledikçe cildin yenilenmesi yavaşladığından, kalıcı makyajın ömrü uzar.

İyi düşünün:
Dövme yaptırmayı düşünüyorsanız, size hatırlatacağım ilk şey, onu bir ömür boyunca üzerinizde taşıyacağınızdır. Evinizi, arabanızı, işinizi, stilinizi, çevrenizi değiştirebilirsiniz, hatta başka kentlere, ülkelere göç edebilirsiniz ama dövmeniz sizden hiç ayrılmaz! Kalıcı pigmentlerle yapılan dövmeler cilt altındaki dokularla birleşir ve asla kaybolmazlar. Bu yüzden yaptıracağınız dövmenin şekli, büyüklüğü, yeri konusunda çok iyi düşünmeniz gerekir. Kararınız kesinse, dövmenizi bir anlık hevesinize göre değil de, genel karakterinize uygun olarak seçmeniz daha iyi olur. Belki cilt yüzeyini boyayarak yapılan geçici dövmelerle de hevesinizi alabilirsiniz.
Haftaya başka bir konuda buluşmak üzere hoşça kalın,

Dr. Yasemin Fatih AMATO


NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

26 Ocak 2008 Cumartesi

Solaryum..

Yapay Güneş Etkisi

 Solaryum zararlı mı diye sorarsanız buna, “ Evet” demek gerekir.
 Ama Solaryumdan yararlanılabilir.

Önemli olan, ölçülü olmayı bilmektir . Ayrıca insan plajda saatleri unutup kendini kaybedebilir ama solaryum salonlarında hiç olmazsa, süresi sınırlıdır ve uzmanların denetimi altındadır. Bu bir avantaj sayılabilir.

Bol güneşli bir ülkede yaşamamıza rağmen, solaryumu çok seviyoruz. Eskiden düğün merasimlerinin bir parçası hamam ve keselenme ile cildi ağartmak olurdu. Şimdilerde gelinler, düğün öncesinde esmerleşmek için solaryuma giriyorlar. Güneşten yana görünmek istemesem de, hakkını vermek gerekirse, beyaz gelinlikler hafifçe bronzlaşmış tenlerde rüya gibi duruyor.

Solaryum salonları, bütün dünyada tam kapasite ile hizmet verirken bir yandan da, solaryumun zararlı olup olmadığı sorgulanıyor. Bu bir ölçü meselesidir. Ölçülü olarak yapılan hiçbir şeyin zararı olmaz. Bir kentte meyhane, bar ve diğer içkili yerlerin sayısı arttığı zaman, bununla orantılı olarak, sirozlu hasta sayısının çoğalacağını söylemek, abartılı olur. O zaman; motorlu taşıtlar, arabalar, elektrik enerjisi başta olmak üzere, yaşamı kolaylaştıran, keyifli hale getiren her şeyi yasaklamak gerekir. Çünkü son tahlilde hepsi tehlikelidir. Bu açıdan bakıldığında, modern güzelliğin bir olanağı olarak ve bazı cilt hastalıklarının tedavisi için, solaryum merkezlerinin korunmasında, hiçbir sakınca yoktur. Önemli olan, solaryumdan yararlanırken cildi korumanın yollarını öğrenmektir. Ayrıca insan plajda saatleri unutup kendini kaybedebilir ama ciddi solaryum salonlarında, uzmanların denetimi altındadır ve süresi daima sınırlıdır.

Solaryum nedir?

Bir güzellik merkezine gidip solaryum talep ediyorsunuz, uygun bulurlarsa soyunup, kremler sürdürüp, uzanıyorsunuz. Gel keyfim gel! Suni bir güneş banyosu yapıyorsunuz ve birkaç seans sonra güzel bir renge sahip oluyorsunuz. Peki bu nasıl oluyor? Solaryum cildi nasıl bronzlaştırıyor? Sanırım bunu merak etmişsinizdir.

Solaryum cihazları saf UVA ışını verirler. Bu tür cihazlar esasında sivilce, sedef gibi bazı deri hastalıklarını tedavi etmek için kullanılır. Bazı solaryum üreticileri, UVB ışınımı üretmediği için, solaryumun cilde zarar vermediğini, iddia ederler. Ne yazık ki bu doğru değildir.

Solaryum da mı zararlı?
UVA ışınları gözle görülür bir yanık yaratmaz. Ama uzun vadede, cildin erken yaşlanmasına sebep olur. Esasında UVA ışınları, cildin içine UVB ışınlarından daha fazla nüfuz eder. UVA alt deriye (dermis) kadar ulaşarak, cildin esnekliğini ve sıkılığını sağlayan kollajen ve elastin dokularına zarar verir.

Solaryum seansları sonunda hiç kimsenin başına yanık, kızarıklık, su toplaması gibi şeyler gelmez . Ama aşırıya kaçarsanız, kırışıklıkların oluşmasına engel olamazsınız. Ayrıca kılcal damar çatlamaları, kırışma, köseleleşme gibi hasarlar meydana gelebilir. Cilt kanseri olasılığı da devam etmektedir.

SOLARYUM HERKEZ İÇİN DEĞİLDİR
UV ışınları bazı insan tipleri ve bünyeler için kesinlikle sakıncalıdır

1. UV ışınlarının hassas ve çok açık renkli ciltlere uygulanması tavsiye edilmez. Çünkü bu tür ciltler, daha önce anlattığımız nedenlerden dolayı, çok duyarlıdır ve hemen yanarlar. Zaten bu tip ciltlerin renk değiştirmesi hem çok geç olur hem de rengi hemen açılır. Doğrusu bu ciltler, ne güneşte ne de solaryumda bronzlaşamazlar.

2. UV ışınları bazı insanlarda; şiddetli kaşıntı, mide bulantısı veya baş ağrısına yol açar. Ayrıca, sürekli baş ağrısı ya da migrenden şikayeti olanlara, UV ışınları uygulanmaz.

3. Sedef hastalığı ve akne hariç , cilt bozuklukları olan kişilere, özellikle egzema, deri iltihabı olanlara ayrıca cildinde sık sık yaralar çıkan hastalara, UV ışınları verilemez.

4. Bazı ilaçlar cildin güneşe karşı hassasiyetini arttırır. Özellikle doğum kontrol ilaçları, hormonlar, sakinleştiriciler, antibiyotikler veya zayıflama ilaçları gibi. Bunlar, fotosensitivite (ışığa karşı duyarlılık) denilen bir çeşit ışık alerjisine sebep olurlar. Prospektüsünde fotosensitivite uyarısı olan ilaçları kullananlar, solaryuma alınmamalıdır.

5. Hamile kadınlar, kalp rahatsızlıkları olanlar, şeker hastaları, düşük veya yüksek tansiyonu olanlar da UV açısından yasaklı gruba girerler.

6. Makyaj ve parfüm temizlenmeden solaryuma girilmez . Bazen makyaj ve parfüm ışığın etkisini arttırır ve ciltte leke bırakabilir.

Dr. Yasemin F. AMATO

NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

1 Ocak 2008 Salı

Tatlı aşererenler, bu yazı sizin için


Bazılarımız ihtiyacımız olduğu için tatlı yediğimizi düşünüp, kendimizi teselli ederiz. Evet ihtiyaç uyarısı gerçektir ama vücudumuzdaki sinyaller karışmaya başlamışsa, gerçek ile yanılsamayı ayırt etmek zor olur..

Özellikle kadınların pek çoğu tatlılar, çikolatalar, börekler, kurabiyeler ve hamur işleri gibi yiyeceklere bayılırlar. Bazıları alkolü de severler. Yemek insanlar için karın doyurmaktan çok daha fazla anlam ifade eder. Örneğin bazen aniden bir şeyler atıştırmak isteriz. Bu genellikle çikolata, kek, pasta, dondurma yada boğaça gibi bir şeydir. Dikkat ederseniz hepsinin ortak özelliği karbonhidrat bakımından çok zengin olmalarıdır. Bazıları akşamüzerleri bir kadeh içki, bira içmek isterler. Nerede olduğumuza bağlı olarak aklımıza gelen sayısız çeşitlemeden bahsedebiliriz. Örneğin bir kafede veya bir ev ziyaretinde isek ne yiyeceğimiz baştan belli sayılır. Ama işyerlerinde de durum pek farklı değildir. Özellikle öğleden sonraları, “ne alsak da yesek” hayallerine dalarız. Yemek ve tatlı tarifleri konuşmaya başlarız..



Kendinizi suçlamayın
Karbonhidratlara karşı duyduğumuz bu dayanılmaz istek, belirli fizyolojik nedenlere bağlıdır. İnanın bütün bunların irade veya bilinçle fazla ilgisi olmayabilir. Kendinizi boşuna suçlamayın. Bunlar her zaman yeme davranış bozukluğunun sonuçları olmayabilirler. Büyük bir ihtimalle strese, gıda yoksunluklarına ve hormon düzensizliklerine işaret ederler.

Karbonhidratlara karşı aşırı bir istek göstermek, esasında vücudumuzdaki sinyallerin karıştığını gösterir. Kafamız karıştığında, yorgun, uykusuz yada sıkıntılı olduğumuzda kan şekerimiz ve seratonin seviyeleri düşer. Ve beynimiz “beni acele toparla” şeklinde mesajlar gönderir. İşte ani tatlı krizleri böyle ortaya çıkarlar. Bazılarımız ihtiyacımız olduğu için yediğimizi düşünüp kendimizi teselli ederiz. Evet ihtiyaç uyarısı gerçektir ama vücudumuzdaki sinyaller karışmaya başlamışsa, gerçek ile yanılsama birbirini maskeler..

Tatlı dopingi!
Gerçekten şekerler, tatlılar ve tüm basit karbonhidratlar kısa süreli olarak bizi rahatlatırlar. Çünkü bize huzur ve mutluluk veren seratonin artışını sağlarlar. Yani birkaç dakikalığına kendimizi iyi hissederiz. Ama bu mutluluk uzun sürmez. Eski halimize çabucak geri döneriz. Biraz daha tatlı mı yesek diye düşünürüz. Mutfağa gidip çikolatanın yada her neyse geri kalanını da ağzımıza atmak isteriz. Sonra midemiz bulanır yada suçluluk duygusu ile kendimizi daha kötü hissederiz. Bu istek, dürtüler ve kısır döngü, sonunda içinden çıkamadığımız bir girdaba dönüşür.

Seratonin bize kendimizi iyi hissettiren temel hormondur. Seratonin seviyesi düşük olduğunda kendimizi karışık, zayıf, depresiv, mutsuz hissederiz. Bu durumda psikolojik yardım almak gerekebilir. Ama gözden kaçırdığımız başka şeyler de olabilir. Çünkü hormon dengesizlikleri, stres, sindirim sorunları veya kalitesiz gıda alımı da Seratonin eksikliğine yol açabilir.

Şok diyetler direnç yaratır
Örneğin tüm şok diyetlerde karbonhidrat depolarımız hızla boşalır, kan şekerimiz düşer, halsizliğimiz ve tatlı isteğimiz artar. Ama yağlar yerli yerinde kalır. Hatta bu tip sağlıksız diyetlerle yağ dokusundan çok kas dokusu eridiği için metabolizma yavaşlar. Sonuçta bir miktar kilo verilmiş olsa bile, ilk fırsatta fazlasıyla geri alınır. Kişi ne kadar az yese de, kilo almaya devam eder. Üstelik sonra yapılan diyetlerde kilo vermek iyice zorlaşır.

Nedeni çok açıktır: Çabucak zayıflamak uğruna siz de milyonlarca insan gibi her fırsatta şok diyetler yaptıysanız, büyük bir ihtimalle metabolizmanız yavaşlamış ve vücudunuzda insülin direnci oluşmuştur. İnsülin direnciİnsülin vücuttaki kan şekerini dengede tutmaktan sorumludur. İnsülin direnci, vücudun insülinle iletişiminin zayıflaması, elinden geldiği kadar fazla kaloriyi kapmak ve yağ şeklinde depolamak eğiliminin gelişmesidir. Bu nedenle ne kadar az yerseniz yiyin, düzenli olarak kilo alımı başlar.

Aynı zamanda, hücreler ihtiyacı olan glikozu almakta zorluk çekerler. Bu nedenle beynimizi sürekli olarak daha fazla karbonhidrat ve şeker için uyarırlar. Bütün bunların sonuçları, canınızın her fırsatta tatlı şeyleri çekmesi ve sağlığımız için son derece tehlikeli bir yemek alışkanlığının oluşmasıdır.

Pankreasın kontrol ettiği insülin salgısı ve glikoz toleransı bozulunca, insan kendini sık sık halsiz hisseder, canı tatlı ve hamur işleri çeker. Vücutta insülin düştükçe tatlı istersiniz, tatlı yedikçe insülin daha hızlı yükselir ve sonra düşer, ardından yeniden tatlı istersiniz. Karbonhidrat tüketimini kontrol edemezsek obezite ve diyabet hastalığı kaçınılmaz bir akibet haline gelir.

Aldığınız kilolar kalça ve uyluklarınızda toplanıyorsa, kilonuz genel olarak fazla ise ve aynı zamanda tatlılara, karbonhidratlara düşkün iseniz, sık sık diyete başlayıp sonra bırakıyorsanız; insülin direncine yoğunlaşmanızda yarar var. Aklınızda olsun, krom eksikliği de glikoz toleransının bozulmasında önemli etkenlerden biridir.

Ve stres!
Canımızın ağır gıdaları çekmesinin diğer bir nedeni de adrenal hormonlardaki sorunlarımızdır. Üzerinizdeki stres yükü ağır ise, uykusuzluk yada uyku sorunlarınız varsa, çoğunlukla kendinizi bitkin hissedersiniz. Vücutta acil durum sinyalleri yanıp sönmeye başlar. Kendimizi dayanılmaz bir iştahla karbonhidratları tüketirken buluruz. Tatlı, kahve, alkol gibi uyarıcı şeylere ihtiyaç hissederiz.

Stres, uyku sorunlarına davetiye çıkarırken, tatlılara, hamur işlerine, tuza ve içkiye olan düşkünlüğümüzü de arttırır. İnsan biraz rahatlamak için zevk arar ve bol şekerli, tuzlu, zararlı gıdalar daha çekici görünmeye başlar. Stres altındayken tüm vücut fonksiyonları karışır, alışmadığımız davranışlar üretmeye başlarız. Yaşam ritmimiz değişir veya farklı bir şekilde yemek yemeye başlarız. Çünkü böbrek üstü bezlerimiz aşırı derecede kortizol hormonu salgılar ve karaciğerimiz molekülleri hızla şekere çevirir. Bu değişimler bir yandan da yenilen her lokmanın yağ olarak depolanmasına neden olur.

Bu fasit daireden kurtulabiliriz?
Canı durmadan tatlı vs çektiği için kendilerini suçlayanlar durumu daha da kötüleştirirler. Seratonine olan ihtiyaçları artar, strese bağlı beslenme modellerinin kronik tablosu ortaya çıkar. Bu şeker ihtiyacının fiziksel bir nedeni olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Sorunun kökeni muhtemelen kalitesiz beslenme nedeniyle yetersiz gıda alımıdır.

Peki bu çemberi nasıl kırabiliriz? Canımızın durmadan bu gıdaları çekmesini önlemek için gerçek gıdaları düzenli olarak almamız gerekir. Hem de yeteri kadar. Yani diyet fikrini aklımızdan çıkarıp, sağlıklı beslenmeye odaklanmamız gerekir. Günde 5 öğün sağlıklı yemek, protein-yağ ve karbonhidrat dengesi kusursuz olan bir beslenme rejimi ile vücudu onarabiliriz. Meyveler, sebzeler, balıklar, zeytinyağı ve tüm lifli yiyecekler sofralarımızda yeniden yerini almalıdır. Esasında kilo kaybını beklemeden önce ilk yapılması gereken şey metabolizmadaki sorunları gidermektir. Ilımlı sporların bu aşamada olağanüstü katkısı olur. İhtiyacı olan besin ve hareket desteğini aldığı zaman metabolizma kendi kendini iyileştirir, tedavi eder. Çok hasar görmüş ise, düzelmesi biraz zaman alabilir ama sonunda toparlanmayı başarır.

Bu kısır döngüden sonsuza kadar kurtulmak istiyorsanız, doktor kontrolünde bir programa başlayın. Önce baştan sona güzelce hormon testleriniz yapılsın, şekeriniz ve insülin direnciniz ölçülsün. Bu tahlilleri yaptırmak son derece kolaydır ve neye ihtiyacınız olduğu konusunda önemli ipuçları verir. Sonra da her türlü rejim fikrini bir kenara bırakıp, sağlığınızla ilgilenin. Sağlıklı beslenme insana kilo aldırmaz.

Kendinize iyi bakın..

Dr. Yasemin Fatih AMATO


NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

Başlıca deri hastalıkları

EGZEMALAR, İMPETİGO, UÇUKLAR, SİĞİLLER VE NASIR!

Cilt hastalıklarına çok sık rastlanır. Ancak nedense, insanlar bir cilt doktoruna gitmeyi, pek akıllarına getirmezler. Halk içinde öyle ilginç tedavi gelenekleri vardır ki, bunlar başlı başına bir araştırma veya kara mizah konusu olabilir. Bu alanda şampiyon, siğil tedavisidir. Dermatologlar birçok durumda, hastalığın kendisinden ziyade, tedavi niyetiyle yapılan hataların yol açtığı sorunlarla uğraşmak zorunda kalırlar.

Bu bölümde, en sık rastlanan ve hakkında en çok soru sorulan, belli başlı deri hastalıkları hakkında yararlı bilgiler verilmektedir. Bunlar sayesinde, kimi sorunları önleyebilir yahut giderebilirsiniz. Ayrıca doktora başvurmanız gereken durumları ayırt edebilir veya bulaşıcı olabilecek cilt hastalıklarından korunabilirsiniz.

EKZEMA (DERMATİT)
Ekzema kendini; cildin şişmesi, kızarması, ağrı ve kaşıntı ile gösterir. En sık görülen tipleri; kontakt dermatit, atopik dermatit ve seboreik dermatit ‘tir.

Kontakt dermatit:
Tedavinin ilk basamağı, allerji yapan maddeyi bulmak ve ondan uzak durmaktır.

Kontakt dermatit, cildin herhangi bir tahrişe veya kullanılan bir maddeye karşı gösterdiği allerjik reaksiyondur. Sorun baş gösterdiğinde; cilt kızarır, şişer, kabarıklıklar, yaralar ve kabuklar oluşur. Bu belirtiler bir hafta içinde geçmezse, bir cilt doktoruna başvurmak gerekir.
Kontakt dermatite neden olabilen maddelerin en ön sırasında, evlerde kullanılan temizlik malzemeleri ve deterjanlar bulunur. Konsantre temizlik malzemeleri, pek çok insanda allerjik reaksiyon oluşturur.

Kontakt dermatit’in anlaşılması bazen çok güç olur. En iyisi, ciltte kabarma ve kızarıklık başladığı zaman, evdeki kimyasal ürünleri, temizlik malzemelerini mercek altına almaktır. Biraz dikkat ve deneme ile tepki yaratan ürünü bulmak mümkündür.

Bazen allerji, o insanın işi gereği kullandığı malzemelerden olabilir. Buna “profesyonel dermatit” denir. Bu durumda meslek değişikliği önerilir. Bu mümkün değilse, koruma yolları denenir. Allerjen madde ile direkt temas sınırlanır. Profesyonel allerji en fazla ellerde görülür ve eldiven kullanılması bir çok durumda sorunu ortadan kaldırır.

Dermatit’e yol açan ürünler ve maddelerin tümünü sıralamak mümkün değildir. Ama belli başlı örnekler verilebilir:

 Lanolin
 Lastik
 Krom ve çeşitli metaller
 Sert temizlik malzemeleri
 Deterjanlar
 Sabunlar
 Nikel
 Saç boyaları
 Kozmetik ürünler

ALLERJİ’NİZ, EN SEVDİĞİNİZ TAKILARDAN DA OLABİLİR
Kızartı, ağrı veya kaşıntının nerede oluştuğu, çoğu zaman soruna ışık tutar. Örneğin allerji kulak memesinde ise, akla küpe ve küpenin yapıldığı metal gelir. Kolye takmayı seviyorsanız ve boyunda allerji baş göstermişse, bundan kullandığınız kolyenin sorumlu olduğunu düşünmek normaldir. Bazen bel çevresinde allerji olur. Bu durumda bele temas eden maddelerin ne olduğu sorgulanır. Bu kemer de olabilir, kullanılıyorsa lastikli pantalonları da düşündürebilir. Kimi saat kayışları da el bileğinde allerjiye yol açar. Bu kayışların, deri, metal veya plastik oluşuna göre, allerjen malzeme hakkında, bir yorum yapılabilir.

Kontakt dermatit teşhisi konulduğunda; tedavinin ilk basamağı, allerji yapan maddeyi bulmak ve ondan uzak durmaktır. Ne yazık ki hastalar alışkanlıklarına toz kondurmazlar. Kendilerine eldiven giymeleri tavsiye edildiğinde, başka bir doktora gitmeyi tercih ederler. Dermatologlar bu konuda oldukça dertlidir. Hastaya, önlem almanın ve allerji kaynağından uzak durmanın, her türlü ilaçtan daha etkili olduğunu anlatmayı bir türlü başaramazlar. Hastalar bulaşık yıkarken ve temizlik yaparken eldiven giymektense, kentteki tüm dermatologları ziyaret etmeyi tercih ederler. Bir türlü şifa bulamadıkları için bu defa konu- komşu tavsiyesine başvurup, rastgele ilaçları denemeye başlarlar. Bir tek şeyi yapmazlar, bol köpüklü, güzel kokulu veya damladığı yeri anında ağartan deterjanlarından; kendilerine iyi geldiği kuşkulu olan kozmetik ürünlerden veya sabunlardan vazgeçmezler!

Atopik dermatit
Bebekliğinde bile olsa, atopik dermatit hikayesi olan bir insan, yaşamı boyunca bu konuda hassas olmaya devam eder.

Bu kronik bir hastalıktır. Çoğunlukla bebekler ve çocukluklarda görülür. Belirtileri diğer alerjik cilt rahatsızlıklarına çok benzer. Atopik dermatit’te cilt kızarır, şişer; dirseklerde, dizlerde, el ve ayak bileklerinde, yüzde, boyunda ve göğüsün üst kısmında pullanma ve kızarıklıklar olur.
Bu belirtiler çocuklarda görüldüğü zaman, oyuncaklarına ve odasındaki eşyalara dikkat etmek gerekir. Toz tutabilen ve allerjiye neden olabilen her türlü eşya, halı, yorgan, tüylü bebekler veya boya maddeleri kuşkulu oyuncaklar ortadan kaldırılmalıdır. Atopik dermatit olan çocukların belirli bir diyet de uygulamaları gerekir. Doktor tavsiyesine göre, alerjik olabilecek farklı yiyecekler, mönüden dikkatle çıkarılır.

Atopik dermatit şikayetlerini hafifletmek için antihistamik ilaçlar, gerektiğinde kortizonlu kremler önerilir.

Bebeklerin bu tip sorunları, diş çıkarma ve emekleme dönemlerinde artabilir.Bu allerji, çocuk büyüdükçe hafifler veya geçer. Ancak bebeklikte de olsa allerji hikayesi olan bir insan, daima başkalarından daha hassas olmaya devam eder.

Seboreik dermatit
 Saçtaki kepek ve kaşıntı, seboreik dermatit belirtisi olabilir.


Bu dermatit türü, ciltte sebumun fazla olduğu geniş alanlarda görülür. Bunlara yağlı bölgeler denir. Daha ziyade kafa derisinde olur. Saçta kepek varsa ve kaşıntı yapıyorsa, bu seboreik dermatit belirtisi olabilir. Ayrıca burun kenarlarında, kaşlarda, kulakların arkasında ve içinde, göğsün ortasında ve göbek deliği etrafında da görülebilir.

Seboreik dermatit olan yerlerde, pullanma ve kırmızılık dikkati çeker. Zamanla sarımsı bir akıntı da başlayabilir. Bazen kaşıntılıdır ama çok fazla rahatsızlık vermez. Mevsim değişiklikleri ve stres hastalığın seyrini etkiler. Belirtiler genellikle kış aylarında artar, yaz aylarında azalır.
Bu sorun kolayca kontrol altına alınabilir. Tedavinin en etkili koşulu cilt temizliği, doğru şampuan seçimi ve strese karşı dikkatli olmaktır. Doktor tavsiyelerine titizlikle uymak gerekir.
Seboreik dermatit kafa derisinde olduğu zaman, doktorlar tıbbi şampuanlar önerir. Ancak saç derisinin bir süre sonra şampuana alışabileceğini ve tedavinin etkisiz kalabileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu nedenle şampuanlar dönüşümlü olarak kullanılır.

İMPETİGO
Bu son derece bulaşıcı, bakteriyel bir cilt hastalığıdır. Her şeyden önce,cildi bol köpüklü sabunlu su ile yıkamak ve devamlı temiz tutmak gerekir.

İmpetigo bakteriyel bir rahatsızlıktır. En fazla çocuklarda görülür. Sonbahar ve yaz mevsimlerinin hastalığıdır. Ciltte böcek ısırığı, çizik veya bir yara olduğu zaman, kolayca bulaşır.
İmpetigo kızarıklık ile başlar, bir süre sonra bal renginde kabuklar oluşur. Sonunda sarımsı renkte bir akıntı yapar. Bu akıntı bakteri yüklüdür ve son derece bulaşıcıdır. Kaşınacak olursa yayılır. Hastalık tedavi edilmezse daha derinlere işler ve bakteriler kan dolaşımına karışır.
İmpetigo ağızdan alınan antibiyotikler ve dışarıdan sürülen pomatlarla tedavi edilir. Sorunlu bölgenin temiz tutulması çok önemlidir. Her şeyden önce, cildi bol köpüklü sabunlu su ile yıkamak ve devamlı temiz tutmak gerekir. Tedavide geç kalınmazsa herhangi bir iz kalmaz.

UÇUKLAR
Herpes- simplex virüsü bulaşıcıdır. Bir kere vücuda girdiği zaman; güneş, rüzgar, soğuk, grip, korku, heyecan gibi birçok vesile ile yeniden “uçuklamak” işten bile değildir.

İnsanın tam da en güzel olmak istediği önemli bir günde, dudağın kenarında bir kaşıntı hissedilir, sonra ufak bir yara belirir! Bu yaranın içi su doludur. İçin için bir kaşıntı başlar. Uçuk birkaç gün sonra kurur ve kaybolur.

Bu uçuklar musallat oldukları insanın yakasını bırakmazlar. Dudağın kenarında her fırsatta yeniden çıkarlar. Uçukların nedeni, “herpes simplex” virüsüdür.

Herpes simplex virüsünün en yaygın türü genellikle dudakta uçuk çıkmasına neden olur. Nadiren yüzde veya diğer bölgelerde de oluşabilir. Virüsün İkinci bir türü de genital organlara yerleşir ve oldukça sıkıntılı uçuklara neden olur.

Herpes simplex virüsü bulaşıcıdır. Dudağınızda uçuk olduğu zaman hiç kimseyi öpmeyin. Özellikle bebeklerin güzel yüzünü. Genital organlardaki herpes-simplex ise oldukça ciddi bir hastalık sayılır ve cinsel ilişki ile bulaşır .

Uçuk sık sık tekrar ediyorsa, vücut direncinin düşmüş olduğu anlaşılır. Doktorlar bu durumda vitamin takviyesi önerebilir. Tedavi için hem ağızdan alınan hem de haricen sürülen ilaçlar kullanılabilir. Uçuklar güneşe maruz kalındığında çıkıyorsa, güneşten koruyucu rujlar sürülerek önlem alınabilir.

Herpes simplex virüsünün, yani uçuk sorununun, henüz kesin bir tedavisi bulunamamıştır. Aşı araştırmaları yapılmakta, lazer ve ozon terapileri denenmektedir.

SİĞİLLER
Halk içinde siğilin tıbbi tedavisi olmadığı yönünde bir inanç vardır. Oysa siğilleri yok etmek için; lazer , koter ve buz tedavisi gibi gayet etkili modern yöntemler uygulanmaktadır.
Siğil, virüsle bulaşan bir cilt enfeksiyonudur ve özellikle çocuklarda çok sık görülür. Daha az da olsa, yetişkinlerin de başına gelir.

Siğillerin çeşitli tipleri bulunur. Genel olarak cilt renginde ve katı dokuludurlar. Ancak bazıları koyu renklidir veya kimisinin yüzeyi düzdür. Siğiller cildin çok değişik bölgelerinde oluşabilir. Ellerde: Ellerdeki siğiller genellikle tırnak kenarlarında ve ellerin üst bölgesinde oluşur.

Ayaklarda:
Ayaklardaki siğiller genellikle topuk bölgesinde olur. Yürüme nedeniyle, süreklibasınç altında olduklarından, bu siğiller düzleşirler. Siğiller pek ağrılı olmaz ama bazen yürüme basıncının yol açtığı sıkıntılar yaşanabilir.
Bu siğiller ayak tabanındaki nasırlarla karıştırılır. Ancak siğilin üstü girintiliçıkıntılıdır ve ortasında siyah noktalar bulunur. Görüntüsü sanki deniz kestanesibatmış gibidir. Bu siyah noktalar, siğili besleyen kan damarlarının görüntüsüdür. Nasır genellikle ayakkabının vurduğu yerlerde olur. Siğiller ise ayağın herhangibir yerinde olabilir ve bir kere başladıktan sonra sayısı giderek artar.

Genital organlarda :
Genital siğillere “Kondiloma” denir. Bunlar cinsel organlarda oluşan yumuşak dokulardır. Anüs kenarında veya vajina içinde meydana gelebilirler. Genelde et benlerine benzerler. Ağrı vermezler ama giderek çoğalırlar. Bu tür siğiller görüldüğünde, zaman kaybetmeden doktora gidilmesi gerekir.

Yüzde:
Yüzde oluşan siğiller, deriden biraz daha kabarık lekeler gibi görünür. Hasta, ‘yüzümde lekeler oluştu’ diyerek doktora gider. Doktor bunların leke değil de siğil olduğunu teşhis ettiğinde, hasta inanmakta zorlanır.

Siğil tedavisi
Halk içinde siğilin tıbbi tedavisi olmadığı yönünde bir inanç vardır. Siğil, muskalara, sülüklere (kan emen kurtçuklar) başvurulan belli başlı hastalıkların başında gelir. Ülkemizin bazı yörelerinde siğili iyileştirmek için üzerine incir sütü sürülür. İncir sütü cildi yakar ve ciddi sıkıntılar yaratır. Bu nedenle doktora koşan hastaların sayısı oldukça kabarıktır. Oysa siğilleri yok etmek için değişik modern tedavi metotları vardır. Lokal olarak uygulanan lazer, koter, buz tedavileri son derece etkilidir.

NASIR
Nasırlaşan cilt, bizi kendine karşı daha nazik davranmaya davet eder !
Nasır aslında bir hastalık sayılmaz. Cilt, belirli bir baskıya veya sürtünmeye maruz kaldığında, kendini korumak için çoğalır ve kalınlaşıp nasırlaşır. Bu oldukça sevimsiz ve can sıkıcı bir sonuç olsa da, derinin iyi niyetli bir savunma tepkisidir. Nasırlaşan cilt, bizi kendine karşı daha nazik davranmaya davet eder. Ama ağrısı ve hoş olmayan görüntüsü ile onu bir baş belası gibi algılarız!

Nasır en yaygın olarak, el ve ayaktaki kemik çıkıntıları üzerinde gelişir. Büyüklüğü genellikle bezelye kadardır. Nasırın ortasında sert bir özü bulunur. Bu öz, derinlere doğru sivri uçlu bir uzantı yapar. Çevresinde geniş ve sarı renkte kalın bir tabaka oluşur. Nasır, üzerine direkt baskı uygulanınca ağrır. Bu ağrı nemli ortamlarda artar.

Nasır çeşitleri
İki çeşit nasır görülür. Bunlar;

 Sert nasırlar, ayak parmaklarının sırtında ve ayak tabanında oluşur.
 Yumuşak nasırlar ise, ayak parmaklarının arasında çıkar.Yumuşak nasır genelde beyazdır. Çoğu zaman mantar hastalığı ile karışır. Bu nasırlar çok ağrılı olur.
Meslek özelliği olarak nasırlar
Bazı meslekler, vücudun değişik bölgelerinde nasırlaşmaya yol açabilir. Örneğin;
 Halterci, kürekçi ve jimnastikçilerin el avuçlarının içinde nasır oluşur.
 Gitar çalanların sol el parmaklarında ve meme bölgesinde nasırlaşma görülür.
 Kemancıların boynunda ve sol ellerinin parmak uçlarında,
 Trompetçilerin dudaklarında,
 Parkeci ve temizlikçilerin dizlerinde,
 Sörf yapanların ayak sırtında olmak üzere, değişik yerlerde ve boyutlarda nasırlar oluşabilir.

Tedavi yöntemleri:
Hafif nasırların tedavisi için, eczanelerde satılan plasterler kullanılabilir. Bunlar %40 oranında salisilik asitle hazırlanır. Nasırın üstündeki kalın tabakayı kazıdıktan sonra, plaster yapıştırılır. İki gün beklendikten sonra çıkarılır ve beyazlaşan deri temizlenir. Bu uygulamaya nasır tamamen geçinceye kadar devam edilir.

Nasırlar durumuna göre; cerrahi yöntemlerle, kriyoterapi veya lazer ile yok edilebilir.

BİZDEN SÖYLEMESİ...
Ciltte kızarıklık, kaşıntı veya hangi bir değişiklik gördüğünüz zaman, en önemlisi onu kaşımamak, ellememek, patlatmamak, kabuklarını çekmemek ve herhangi bir şekilde tahriş etmekten kaçınmaktır.

Diğer bir konu da, tedaviye veya ilaca ihtiyacınız olduğunu hissediyorsanız, bunun için doktora danışmanızdır. Çünkü bölümün başında da belirtilmiş olduğu gibi, dermatologlar birçok durumda, hastalığın kendisinden ziyade, tedavi niyetiyle kullanılan hatalı ürünlerin yarattığı hasarlarla başetmeye çalışırlar.

Öte yandan en iyisini bizzat yapabileceğiniz bir şey de vardır. O da size allerji yapan maddeleri keşfetmektir.

Size tavsiyemiz, sert temizlik malzemelerine karşı daima ihtiyatlı olmanızdır. Bugün bir sorununuz olmasa da, yarın için garanti verebilecek kimse yoktur. Tedbir almak için sorun çıkmasını beklemeyin. Piyasada satılan birçok eldiven çeşidinden birisi, eminim sizin için uygundur. Böylelikle elleriniz, tırnaklarınız da bakımlı kalır. Denemekten ne kaybedersiniz?
İmpetigo, uçuklar hem çok yaygın hem de bulaşıcı cilt hastalıklarıdır. Siğil ise doğrudan doğruya virütik bir sorundur. Bunlardan şüphelendiğiniz zaman, vakit kaybetmeden doktora görünün ve başkalarına bulaştırmamak için elinizden gelen tedbiri alın. Kimseyi öpmeyin, sorunlu bölgelere dokunan giysi, havlu ve kozmetikleri de paylaşmayın. Aynı şekilde, bu hastalıkların belirtilerini başkalarında gördüğünüz zaman da, ihtiyatlı olun.

Dr. Yasemin F. AMATO

NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.