28 Kasım 2008 Cuma

Zayıflama ilaçlarını merak edenlere cevabımdır

Egzersiz ile sağlıklı beslenme dışında, başka çare aramayın!

Ne yazık ki bazı insanlar alışkanlıklarını değiştirmeden kilo vermenin kolay yollarını ararlar. Örneğin her yediklerini kusmak için çaba gösterirler. Kimileri ishal olmaktan medet umarlar. Bazıları ise zayıflama ilaçlarını rasgele kullanırlar. Bunların hiçbirini onaylamak mümkün değildir..

>> Devamı

27 Kasım 2008 Perşembe

Adet öncesinde yaşanan sıkıntılar (PMS)

ASABİYİM, MAZERETİM VAR!

Genç kadınların büyük çoğunluğu adet görmeden önceki birkaç gün boyunca çeşitli sıkıntılar yaşarlar. “Pre menstruel sendrom” veya kısaca “PMS” olarak tanımlanan bu dönem bizi hem duygusal olarak hem de fiziki yönden etkiler. Peki çaresi var mıdır? Evet çaresi bulunabilir, yeter ki kendinizi bırakmayın..

Kadınların %5 - %10 kadarı adet döneminden önce hayata küsecek kadar perişan hale gelirler.. Kısaca PMS olarak bilinen bu sorunla ilgili olarak, en az 150 farklı tepki kaydedilmiştir. En yaygın olanları; alınganlıktan bitkinliğe, sırt ağrılarından ödemlere, uçuk patlamasından ağlama nöbetlerine ve uykusuzluğa, tatlı krizlerine, migren ağrılarına kadar uzanır. Göğüslerde gerginlik, artan sellülitler, öfke, gaz, bazen her ay tekrarlanan kilo artışı, insanın dengesini bozar. Cilt yağlanır, siyah noktalar, akneler artar, vücut kokusu değişir. İsteksizlik, konsantrasyon bozukluğu çalışmayı zorlaştırır, öğrencilerin sınavları tehlikeye girer, bazen özel hayatımızda çamlar deviririz. Tüm bu semptomların çeşitliliği ve şiddeti kişiden kişiye değişir. Neyse ki hepsi birkaç gün sonra sihirli bir değnek dokunmuş gibi ortadan kalkar..

NEDENİ TAM OLARAK BİLİNMİYOR
Bu dönemde bazıları neden daha fazla etkilenirler? Bunun cevabı henüz kesin olarak verilebilmiş değildir. Adet öncesi sendromu gerek modern tıp, gerekse alternatif tıp tarafından üzerine fazlasıyla kafa yorulan ve çözüm aranan bir konudur.

* Muhtemelen adet öncesinde kadınlık hormonları olan östrojen ve progesteron üretiminde bir dengesizlik ortaya çıkar. Bütün bunlar ruh halimizi ve ağrıları kontrol eden beyin kimyasallarını azaltır, karbonhidratlara düşkünlük yaratır. Bu dengesizlik aynı zamanda prolaktin hormonunun yükselmesini tetikler. Sonuçta göğüslerde şişkinlik ve ağrı meydana gelir..

* Bir başka teori, adet öncesi sıkıntılarını seratonin hormonunun düşmesine bağlar. Özellikle depresiv belirtiler, tatlı ve karbonhidratlara düşkünlük, genellikle seratonin eksikliğiyle bağlantılıdır.

* Buna benzer bir bakış açısı, bu sıkıntıları tamamen duygusal direncimize bağlı olarak ele alır. Bu görüşe göre PMS şiddeti kadının yaşamındaki stres yüküne bağlıdır.

* Ayurvedik yaklaşımda bu durum “periyodik fonksiyon bozulmaları” olarak değerlendirilir ve kişiye özel nedenlerini bulmak gerekir.

* Bazı görüşlere göre, PMS hormonal dengesizlikten ziyade vücudun hormon değişimlerine farklı tepkiler vermesidir. Yani hormon değişimlerini değil de ona verilen tepkiyi sorgular.

* Bir başka araştırma, tüm bu sorunları karaciğer tembelliğine, B6 vitamin eksikliğine ve kan şekerinin çabuk düşmesine (hipoglisemi) bağlar.

SİZİN “PMS”NİZ NEYE BENZİYOR?
Tam olarak sınıflandırmak mümkün olmasa da, ağır basan şikayetler genellikle bazı gruplar oluşturur. Kimisinde sinirlilik, kimisinde baş ağrısı, kimisinde tatlıya düşkünlük ve aşırı iştah, bazı kadınlarda şişkinlik ve göğüs ağrıları ön plana çıkar. Aşağıdaki kategoriler belki kendinize yardımcı olmanızı kolaylaştırabilir;

1. Örneğin sizde tatlı krizleri, huzursuzluk ve baş ağrıları ağır basıyorsa, adet öncesinde vücudunuzda insülin duyarlılığının arttığını düşünebiliriz. Böyle tatlı krizleri çoğunlukla çikolata aşermeye dönüşür. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü çikolata zengin bir magnezyum kaynağıdır. Magnezyum kasılmaları dindirir ve şeker metabolizmasını düzeltir.

2. Bazı kadınlar bu dönemde düşünce bulanıklığı, kafa karışıklığı ve iç sıkıntısından şikayet ederler. Bu sorunlar genellikle progesteron hormonunun fazlasına işaret eder.

3. Belki de kadınların çoğunda olduğu gibi, sizin de göğüsleriniz şiş ve ağrılı, vücudunuz ödemle doluyor. O kadar genişliyorsunuz ki, kotlarınızın fermuarı kapanmıyor! Sorununuz, estrojene karşı aşırı duyarlılık olabilir.

YOGA İLE KONTROLÜ ELE ALIN
Kliniğimde çalışan iki genç hemşire adet öncesinde çok sıkıntılı oluyorlardı. Sayısız tahlil ve kontrolden sonra, ikisini de yoga kursuna yazdırdım. Aradan 6 ay geçti ve şimdi eskisinden çok daha iyiler. PMS şikayeti olan herkese yoga öğrenmelerini tavsiye ediyorum.

* Nefesle uyumlu olarak yapılan yoga duruşları ile pek çok durumda, karışan vücut fonksiyonlarını ters-yüz edip kendine getirebilirsiniz! Günümüzde bütün bunlar artık bilimsel olarak kanıtlanıyor.

Yerçekimine karşı koyun:
Örneğin adet öncesinde yerçekimine karşı koyarak, kan dolaşımı canlandırabilirsiniz. Ters duruşlar şişkinlikleri önler, gerginliği yatıştırır ve hormonal düzensizlikleri dengeler.

Yapabiliyorsanız, başınızın üzerinde durun. Tabii herkes başının üzerinde ters dönemez. Ama kalçanızın kalbinizden daha yüksekte bırakan yoga duruşlarını yapabilirsiniz. Bunlar zor değildir.

Geriye doğru eğilin:
Tüm geriye doğru eğilme hareketleri kan dolaşımını arttırır, üreme organlarını, yumurtalıkları dengeler, karbonhidrat krizlerini dindirir ve ruh halinizi yükseltir.

Beyniniz huzur bulsun:
Veya köpek duruşu yapın. Bu duruş beyninizi sakinleştirir ve gerginliğinizi geçirir.

Yumurtalıklara masaj!
Sağdaki resimde gördüğünüz gibi, oturarak, başınızı dizinize değdirmeye çalışmak da yararlıdır.Tüm üreme organlarını uyarır, gerginliği giderir, baş ağrısını geçirir.


Soldaki duruş, yumurtalıklardaki karmaşayı rahatlatır. Kendinizi huzursuz hissediyorsanız, duvara yaslanarak yapılan hareketleri tercih edin. Desteklendiğinizi, daha güçlü olduğunuzu hissettirir.

GIDA DESTEKLERİNDEN YARARLANIN
▪ Chasteberry- (Vitex veya hayıt ağacı extresi): Adet görürken almayın.
▪ B6 Vitamini:
▪ Evening primrose oil:
▪ Magnezyum
▪ Muz ve kavun
▪ Elma sirkesi
▪ Keten tohumu
▪ Kalsiyum ve E vitamini

Bunlar kanıtlanmış tedavilerdir ancak siz yine de doktorunuza danışmadan almayın

DOKTORA GİTMEYİ İMAL ETMEYİN
Adet öncesi dönemde depresyon eşiğine yaklaşıyorsanız, göğüsleriniz dokunulamayacak kadar ağrıyorsa veya diğer sıkıntılarınız 1 haftadan daha uzun sürüyorsa bu durumu ciddiye alıp, doktora gitmeniz gerekir. Bütün bu belirtilerin altında başka bir hastalık gizleniyor olabilir.

Dr. Yasemin F. Amato

NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

25 Kasım 2008 Salı

Göz altı morlukları/ önlem ve tedaviler konusunda sorulara yanıtlar

GÖZ ALTI MORLUKLARI’NA İYİMSER BAKIŞ..

Gözler hayatın ışığıdır, gerçekten öyledir. Yani kelime anlamında da, manevi olarak da yüzümüzü, yaşamı aydınlatan onlardır. Ben mesleğim icabı bütün gün insanların yüzlerine bakıyorum. İnanın, önce gözlerini görüyorum. Sanırım iletişimin baş aracı gözlerdir. Evinizde hiç evcil hayvan beslediniz mi? Varsa, gözlerin ne kadar anlamlı olduğunu daha iyi bilirsiniz. Her şeyi anlatırlar bakışlarıyla..

Gel gelelim, göz çevresi yüzümüzde küçücük bir alanı kaplamasına karşın, boyundan büyük birçok sorunla karşılaşır. Kırışıklar, kaz ayakları, göz kapağı düşmesi gibi yaşa bağlı deformasyonların yanı sıra bir de gözaltındaki mor hareler konusu vardır. Bu mor halkalar bazen gençlerde bile oluşur. Bizi son derece yorgun, bitkin ve karamsar gösterir. Bazılarında bu sorun devamlıdır. Kimisinde bir dönem artar, sonra geçer, sonra yeniden başlar.. Dönemsel veya kronik gözaltı morluklarının nedenleri farklıdır.

Peki, gözaltlarında morluklar niçin oluşur? Gözaltındaki morlukların en yaygın nedenlerinin başında kalıtım, uykusuzluk, vücut direncinin düşmesi, alerjiler, yaşlanma, güneş etkileri gelir. Birçok araştırma sigara ve alkolün, fazla kahve ve gazlı içeceklerin, bağırsaklardaki parazitlerin de bu sorunu arttırdığını gösteriyor.

CİLDİN İNCELMESİ:
Göz çevresindeki deri son derece incedir ve elastikiyeti zayıftır. Kollajen bakımından da fakirdir. Bu nedenle deri altındaki kılcal damarların rengi kolayca dışarıya yansır. Özellikle yaşımız ilerleyince bu deri iyice incelir. Güneş ışınları da bu bölgeyi zayıflatan etkenlerin en başında gelir.

KILCAL DAMAR SIZINTISI:
Bazen göz çukurundaki kılcal damarlar, kanı sızdırırlar. Bu sorun baş gösterdiğinde sızan kan oksijene maruz kalır. Oksidasyon göz çevresinde mor hatta siyah renge yakın lekeler yaratır.

ALERJİ & SAMAN NEZLESİ:
Özellikle gençlerde gördüğümüz gözaltı morlukları bize alerjik olabileceğini düşündürür. Hele saman nezlesi yükselişe geçince gözlerin altı iyice çöker! Örneğin toz, polen ve evcil hayvan tüylerine karşı alerjisi olanlar sık sık gözlerini ovuşturmak zorunda kalırlar. Tabii tek nedeni gözlerin ovuşturulması değildir. Burun bölgesindeki ödemler ve tıkanmalar kanın yukarı çıkmasını engeller. Baş ağrıları, gözlerin kısılması, bulanık görme, zihin dağınıklığı ve baş ağrısı bu nedenle ortaya çıkar. Bir yandan da gözaltları morarır. Çünkü dokular besinsiz kalır..

Birçok gıda alerjisi ve sindirim sorunları da göz çevresiyle bağlantılıdır. Günümüzün modern doktorları alerjik reaksiyonların kaynağını sindirilemeyen gıdalarda özellikle süt ürünleri ile glutende, eski tip metal diş dolgularında arıyorlar.

Alerjiyi andıran gıda intoleransında çok çeşitli belirtiler ortaya çıkabiliyor. En sık görülenleri; kabızlık, ishal, şişkinlik ve karın ağrısı. Ayrıca hapşırık nöbetleri, kaşıntı, döküntüler, gözlerin sulanması, burun akıntısı, öksürük, baş ağrısı, mide bulantısı, saman nezlesi olabiliyor. Bütün bunlardan sonra gözaltı morarmaz mı hiç?

KALITIM:
Gözaltındaki morlukları genetik mirastan payını alanlar arasında başta gelir. Özellikle beyaz ciltler veya göz çukuru derinde olan yüzlerde oldukça tipiktir.

ÖDEM:
Yukarıda alerjiye bağlı ödemlerin etkisinden bahsetmiştim. Ama su toplanmasının tek nedeni alerji değildir. Aşırı tuz tüketimi, sigara, kalp, tiroit, böbrek ve karaciğer sorunları da ödemlere yol açarlar. Bazı ilaçların uzun süre kullanılması da, damarların genişlemesine neden olabilir. Sonuçta gözaltındaki incecik kan damarları genişleyince kan deveranına geçit veremez. Böylece göz altındaki mor halkalar artar!
ÖNEMLİ:
• Öte yandan kansızlık ve demir eksikliği konusunda da hassas olmanızı tavsiye ediyorum. Gözaltı morarmalarının önemli nedenlerinden bir diğeri de budur.

• Göz altındaki morluklar için bir dermatoloğa baş vurduğunuzda genel sağlığınız ve kullandığınız ilaçlar hakkında ayrıntılı bilgi vermeniz önemlidir.

ÖNLEM VE TEDAVİLER
Gördüğünüz gibi gözaltı morluklarına salt kozmetik bir sorun olarak bakmak imkansız gibi bir şeydir. Sağlığınızla ilgili her türlü ihtimalin üzerine gitmeniz ve tedavi olmanız gerekir. Geriye kalanlar kozmetik olarak çözümlenebilir veya en azından daha kötü olması engellenebilir. Örneğin;

Yeteri kadar su için.
• Sabah yüzünüzü soğuk suyla yıkayın
• Gözlerinizin altına 30 faktör bir güneşten koruyucu sürmeden sokağa çıkmayın.
• Uykunuzdan fedakarlık etmeyin, gerekirse melatonin alın. Melatonin çok değerli bir antioksidandır.
• Gözaltı için kullanabileceğiniz doğal malzemeleri daima soğutun. Çayları gazlı beze koyun ve soğuk olarak uygulayın. Hazır çay poşetleri o kadar etkili değildir.
• Fazla tuz tüketmeyin.
• Göz çevresine K vitamini kremleri sürün.
• C vitamini kullanın. Bu değerli antioksidan damar duvarlarının güçlenmesini sağlar.
• Üzüm çekirdeği özü ve (pycnogenol) çam kabuğu extresi damarları güçlendiren cilt dostu gıdalardır. Yaban mersini, çilek, çay, Frenk üzümü, soğan, maydanoz gözaltına iyi gelen antioksidanlar içerir.
ÇİN TIBBI
Geleneksel Çin tıbbına göre göz altındaki morarmalar böbrek enerjisinin dengesinde bozulma olduğunu gösterir. Bu nedenle ona uygun gıdalar ve yaşam tarzı önerilir. Örneğin sabah kalkınca oda sıcaklığında su için derler. Sonra meditasyon yapın veya dua edin, kahvaltıda yoğurt ile yaban çileği yiyin, sadece deniz tuzu kullanın, böbrek biçimindeki tahılları tüketin, ıslak, suya ilişkin gıdalar alın, arada bir gazete okumayın ve televizyon seyretmeyin gibi tavsiyelerde bulunurlar..

K VİTAMİNİ
Vitamini kanın pıhtılaşmasındaki en önemli etkenlerden birisidir. Eksikliği durumunda kanamaya eğilim artar, pıhtılaşma süresi uzar. Kılcal damarlar üzerindeki bu etkisi nedeniyle K Vitamini gözaltı morluklarına iyi gelir. Bazı ciltler en küçük bir çarpmada veya travmada morarırlar. Onların da dermanı K Vitaminidir. Cildin gözeneklerinden derinin alt katmanlarına doğru iner ve hasar görmüş kan damarlarını onarır, sızıntıların kapanmasını sağlar, dokunun kendi kendini toparlamasına yardımcı olur.

KOZMETİK ÇARELER:

* Dolgu tekniği ile gözaltını hafifçe kalınlaştırdığımız zaman morluklar ortadan kalkar, görünüm düzelir.

* Napaj adı verilen, son derece yüzeysel bir enjeksiyon tekniğiyle yapılan göz altı mezoterapisi başarılı sonuçlar verir. .

* Birçok durumda lazer peeling gözaltı morluklarını hafifletir. Özellikle (Co2) korbon dioksid lazer son derece başarılı oluyor.

* Radyo frekansı kollajen dokuyu arttırır. Hem zahmetsiz hem de gayet etkilidir.

* Fraksiyonel lazer ile gözaltı morluklarında etkili sonuçlar alınıyor. İyileşme süreci çok daha kısa olan bu yeni lazer tekniği ile yaklaşık 3 seansta gözaltı morluklarını hafifletiliyor.



Dr. Yasemin F. Amat
o


NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

Damacana suyunu çabuk tüketin

Adana Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatih Köksal;

“şişe suyu” olarak bilinen işlenmiş suyu sağlık açısından desteklediklerini, ancak kullanım süresi ve bekletildiği ortama dikkat edilmediğinde enfeksiyon hastalıklarına yol açabildiğini belirtti...

Prof. Dr. Köksal, şişe sularının işlenmiş olması nedeniyle doğal olarak değerlendirilemeyeceğini ifade ederek, “Teknolojinin yardımı ile her tür su işleme tabi olarak içilebilir niteliğe getirilebilir ve işlenmiş su olarak tanımlanabilir. Ancak, bunların da tıpkı diğer gıda ürünleri gibi raf ömrü vardır. Bu ömür, suyun ambalaj malzemesi, saklama koşulları ve işletme koşullarına bağlıdır” dedi.

>> Devamı NTVMSNBC

Leke yapan ilaçlara dikkat!

Dün ve önceki gün, kliniğime gelen birkaç hastanın şikayeti aynıydı. Yüzlerinde, dekolte ve omuzlarında aniden kahverengi lekeler oluştuğunu anlattılar. Sırtlarına baktım, orada da lekeler vardı. Birinin bacaklarında, diğer ikisinin ellerinde lekeler vardı. Henüz 30-35 yaşlarında olan bu genç kadınlar adına çok üzüldüm. Yaşam tarzlarını, beslenme alışkanlıklarını ve hangi ilaçları kullandıklarını sorguladığımda, hepsinin de doğum kontrol ilacı almakta olduklarını öğrendim.

İLAÇLAR
Gerçek şu ki, doğum kontrol ilaçları başta olmak üzere, bazı ilaçlar güneşe karşı hassasiyetimizi daha da arttırırlar. “Işığa karşı aşırı duyarlılık” adı verilen bu tepki, cildin güneşe aşırı reaksiyon göstermesidir. Hasta aniden ortaya çıkan kızarıklık, döküntü, kabarcıklar, su toplama ve şişme gibi şikâyetlerle soluğu doktorda alır. Bütün bunlar, sanıldığından daha yaygındır..

IŞIK ALERJİSİ (FOTO ALLERJİ):

Foto alerjik reaksiyonların en yaygın nedeni ilaçlar, krem ve losyonlardaki kimyevi maddelerdir. UV ışınları bu maddelerin yapısını değiştirir ve cildin alerjik tepkiler göstermesine yol açar. Bilindiği kadarı ile ışığa karşı hassasiyete yol açabilen, 150’den fazla ilaç çeşidi vardır. Üstelik bunların çoğu eczanelerde reçetesiz satılan ilaçlardır.

* Hamilelik süreci ve doğum kontrol ilaçları cildi güneşe karşı aşırı hassas hale getirir. Hamilelik lekelerinin nedeni bu duyarlılıktır.

* Antidepresanlar, antihistaminikler, hemen hemen tüm hormon ilaçları, Retin-A, antidiyabetik ilaçlar, yüksek tansiyon ve kalp ritmi ilaçları, kanser tedavisi ilaçları, idrar söktürücüler, tetrasiklin ailesinden antibiyotikler, sulfonamidler, suni tatlandırıcılar ve lokal antiseptik mehlemler v.b.

* Foto reaktiv ajanlar bazı antibakteriyel sabunlarda, kozmetiklerde, cilt rengi açıcı kremlerde, deodorantlarda, saç kremlerinde, losyonlarda, şampuanlarda, deterjanlar ve traş losyonlarında sıklıkla karşımıza çıkarlar.

* Bitkilerin de hepsi masum değildir. Örneğin; incir, bergamut, sandal ağacı, ve özellikle içinde süte benzer bir öz bulunan otlar gibi. Maydanoz, molla limonu, kereviz, havuç ve hardal ışığa karşı tepkimizi arttırırlar. Bazı yatıştırıcı bitkisel ilaçlarda bulunan sarı kantaron çiçeği en iyi bilinen foto reaktiv maddelerden birisidir.



* Parfümler genel olarak cildimizin güneşe karşı hassasiyetini arttırırlar. Boyun ve göğüste lekeleri olan bayanları incelediğimizde, bunların birçoğunun parfüm sürerek güneşe çıkmış olduklarını görürüz. Özellikle bergamotlu parfümler, sandal ağacı, lavanta veya agaç kavunu yağlarından yazın uzak durmak gerekir. Kışın da görünür yerlerinize sürerseniz güneşten korunmanız gerekir.

Dr. Yasemin F. Amato

NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Nemlendirici nedir, merak edenler..

Nemlendiriciler çok değerli günlük bakım ürünleridir. Cildin susuzluğunu giderirler, nem dengesini korurlar, su kaybına bağlı ince kırışıklıkların oluşmasını engellerler ve direncini arttırırlar. Ama onlardan mucize beklemek gerçekçi değildir.

Yılbaşına doğru kendimize yeni kozmetikler aldığımız, cilt bakımını planladığımız bu günlerde, kremlerden beklentilerimiz de başını almış gidiyor. Kozmetik ürünlerin hepsi iyi güzel ve olağanüstü sıfatlarla takdim edilse de, kişinin kendisine en iyi gelecek ürün hangisidir, bu konuda net bir görüşe sahip olmak önemlidir. Kremler hangi dertlerimize çare olur, hangilerine yardımcı olamaz, kremler mucize yaratabilir mi? Bugün bu konularda biraz sohbet edeceğiz.

Nemlendirici cildi korur:

Kremler ancak yağ-nem dengesini koruyarak, güneş etkilerini önleyerek, cildi korumamıza yardımcı olurlar. Yani cildi gençleştirmezler ama yaşlanmasını geciktirirler. Kısaca ifade etmek gerekirse, nemlendiricinin esas işlevi koruyucudur, tedavi edici yönü sınırlıdır.

* Cildimizdeki yaşlanma belirtilerini ortaya çıkaran en önemli etkenler serbest radikallerdir. O halde cilt bakım ürünlerini seçerken serbest radikallerin oluşumunu engelleyen güneşten koruyucular birinci derecede anti aging nitelik taşırlar.

* Cildi yeteri kadar yağ ve nemle zenginleştirmek ise onu yıpratan dış etkenlerden korunmamızı sağlar. Ayrıca nemlendirici deri ile makyaj malzemeleri arasında bir bariyer oluşturur. Makyajı çıkarırken arada yağ bazlı bir krem olduğu için cilt tahriş olmadan makyajdan arınır.

Kırışıklıklar ve lekeler?
Kırışıklıklar alt derinin temel yapısında, kaslarda, hücrelerde,
yağ dokusunda, kollajen ve elastin dokularında başlar. Cildin üzerine sürdüğümüz nemlendiriciler onun temel yapısını değiştiremezler. Bunları düzeltmek için tedavi özelliği olan farklı kozmetik yöntemlere, cildin uyarılmasına, soyulmasına ve yaşam tarzını düzenlemeye ihtiyacımız var.

FDA sadece AHA (Alfa hidroksi asitler) içeren ürünlere ve güneşten koruyucu kremlere “anti-aging” denilmesini onaylamaktadır. Zaten Hidroksi asitler cildi geliştiren en önemli ajanlar arasındadır. Öte yandan östrojenli kremlerin de durumu farklıdır. Her ikisinin de etkisi nemlendirmenin ötesinde tedavi niteliğindedir.

Kozmetikleri ilaçlarla karıştırmayın

Örneğin leke kremleri ancak içeriğinde yeterli miktarda etken madde varsa yararlı olabilirler. Bu oran kozmetik olarak satılan ürünlerden ziyade ilaçlarda bulunur. O kremler bile ancak hafif lekeleri çıkarabilirler. Öte yandan tedavi edici tüm kremlerin yan etkileri olduğu için dermatolog kontrolü zorunludur. A vitamini içeren kremler ki hala en popüler kremlerdir, ABD ve Avrupa ülkelerinde reçete ile satılırlar.

Nemlendirici su kaybına bağlı ince kırışıklıkları önler
Cilt bakımı iğne oyası gibi ince, tüm yaşam gibi sabırlı bir iştir. Bir ürünün insanı gençleştirmemesi, onun gereksiz olduğu anlamına gelmez. Cildimizi nemli tutan, üzerindeki incecik bir tabakadır. Bu tabaka ciltteki doğal suyun tutulmasını sağlar ve onu dış etkenlere karşı korur. Çevre koşulları, rüzgar, güneş, soğuk-sıcak, stres, beslenme sorunları, hareketsizlik, hormonal dalgalanmalar cildin nem ve yağ dengesini etkilerler. Cilt su kaybına uğradığı oranda, kurumaya başlar. Kuruyan cilt, elastikiyetini kaybeder ve kolayca kırışmaya müsait olur. Nemlendiriciler cildi doğal olarak nemlendiren, cildin en üst tabakasındaki ( korneum) su kaybını telafi ederler. Böylece cildi dış etkenlerden koruyarak, esnek, yumuşak kalmasını sağlarlar.

Nemlendirici ürünlerdeki su oranı; kremlerde %70, losyonlarda %90’dır. Bu ürünler cilde sürüldüğünde, boynuzumsu bir yapıda olan en üst tabaka (korneum), suyu emerek yumuşar. Bu etki genellikle gün boyu devam eder. Nemlendiricilere gliserin gibi emiciler eklenirse, krem havada bulunan nemi kendine çeker. Ayrıca yağlar ürünün kavanozda kurumasını da önler.

Temel nemlendirici bileşikleri

Etkin bir nemlendiricinin içinde, suyun yanısıra, cildin üzerine yayılan yağ veya benzeri malzemelerin bulunması gerekir. Bazı nemlendiriciler yağsız (oil-free ) imal edilir. Bunlar özellikle akneli-yağlı ciltler içindir. Ayrıca ciltteki yağ oranını dengeleyen (oil-control) ürünler de bulunur.

Nemlendirici ürünlerde kullanılan ana maddeler şöyle sıralanabilir;

Bitkisel yağlar:
Badem, avakado, havuç, hindistan cevizi, mısır, jojoba, zeytinyağı, soya, ayçiçek yağı ve daha birçok bitkisel yağlar.

Hayvansal yağlar:
Bunlar arasında en çok koyun yününden elde edilen lanolin
kullanılır. Ancak lanolin’in allerji yapma ihtimali olabilir. Bu nedenle hassas ciltler için
hazırlanan ürünlerde bundan kaçınılır. Bir çok nemlendiricide balık yağı, glycolipid,
fosfolipid gibi yağlar da kullanılır.

Mineral yağlar:
Bunlar petrolden elde edilen Vazelin, ağaç kütüklerinden elde edilen yağlar veya kayalardan çıkarılan silikon yağlardır. Mineral yağlar harika nemlendiricilerdir. Vazelin, yağlı ve sivilceli ciltlerde kullanılmaz. Ancak silikon içeren nemlendiriciler her tip ciltte kullanılır.

E vitamini:
Yağ içinde çözülen E vitamini güzel bir nemlendiricidir. Ancak abartıldığı
gibi cildi besleme özelliği yoktur. Antioksidan yani bir bakıma yaşlanmayı engelleyici
özelliği vardır.

Kollajen:
Cildin üzerine sürülen kollajen, alt derideki gerçek kollajen dokuyu
etkilemez ama cildin su kaybını önleyen etkili bir koruyucu tabaka oluşturur. Kollojen molekülleri yağlar gibi iridir ve cilt tarafından emilmesi zordur. Cildin üzerinde kaldığı için buharlaşma ile oluşan su kaybını önler.

Mukopolisakarid ve Hyaluronik asit:
Bu maddeler de kollajen gibi cildin doğal yapısında bulunan maddelerdir. Cilt yüzeyine sürüldükleri zaman su kaybına engel olurlar. Yani kremlerdeki hyaluronik asit dolgu enjeksiyonlarındakine benzer bir etki göstermez. Asıl işlevi, su kaybını önlemektir.

Humektantlar:
Nemlendiricilerde kullanılan bir diğer madde ise, dermisten (alt
deriden) veya dışarıdan cildin içine su aktarımı yapabilen Humektatnt’lardır.
Humektantlar yağ içermeyen (oil-free) nemlendiricilerde kullanılırlar.

Yağlı-Akneli Ciltlerde Nemlendirme:

Yağlı ve akneli ciltlerin de neme ihtiyacı vardır. Bu tip ciltlere ya tamamen yağsız (oil-free) veya yağ oranı %10-15 i geçmeyen hafif nemlendiriciler önerilir. Kimi zaman da ciltteki yağ oranını dengeleyen (oil-control) ürünler tavsiye edilir. Yağ oranını dengeleyen (oil-control) nemlendiricilerin içinde, pudra, kil veya polimerler gibi maddeler bulunur. Bunlar cildi kurutmadan, üzerindeki fazla yağı emerler.

Yağlı ve akneli ciltler için hazırlanan hafif yağlı nemlendiricilerde silikon kullanılır. Oil -free nemlendiricilerde ise humektantlar tercih edilir.

Kuru Cilt:
Kuru ciltler nemlendiricilerden vazgeçemezler. Bu tip ciltlerde %15-30 oranında yağ içeren kremler kullanılabilir. Özellikle hayvansal ya da bitkisel yağlar içeren, mineral veya kollajen benzeri nemlendiriciler, kuru ciltleri çok rahatlatırlar.

Gece Kremleri:
Bu tip kremler gece boyunca cildimizde kalır. Cilt üzerinde uzun süre kalan krem tabakası, yüzeydeki nem kaybını önler ve suyun alttaki dokulara nüfuz etmesini sağlar. Gece kremleri, kuru ciltler için %80 oranında, yağlı ciltler için %45 oranında yağ içerir. Bileşimlerinde mineral yağlar, bitkisel yağlar veya vazelin kullanılır. Gece kremlerine çeşitli vitaminler özellikle C Vitamini veya östrojen (dişilik hormonu) ilave edilebilir. Hele östrojenler, yüzeysel etkiyi aşarlar. Yaşlanan cildin su tutma kapasitesini arttırırlar ve cildi içten dışa canlandırırlar.

Dr. Yasemin F. Amato

NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

21 Kasım 2008 Cuma

Cilt bakımında PLASENTA modası var, neden?

Placenta maskelerinden çok söz ediliyor. Bu dosyalar elime ulaşınca, hemen duyurmak, bu harika cilt bakımının bilgilerini paylaşmak istedim..




>> Bu konudaki referanslar ve doktor görüşleri

16 Kasım 2008 Pazar

Güzelliğin değişken modası!

Batı sanatında kadın portrelerinin 500 yıl içindeki değişimi..

Çok güzel bir video. Kaşlar, saç modelleri, yüz biçimi, dudaklar, ifade ve hatta bakışlar ne kadar değişmiş..

>> İzlemek için tıklayın

14 Kasım 2008 Cuma

Dermatolojide Bitkisel Tedavi-Fitoterapi - Derleme

Dr. Çiçek Durusoy, Dr. Betül Gözel Ulusal

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Alanya Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Dermatoloji Anabilim Dalı

Özet

Bitkisel tedavi, alternatif tedavi yöntemleri arasında yer alır. Günümüzde bitkisel tedavilere ilgi artmıştır ve deri hastalıklarının tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bitkisel tedaviler, genel olarak yararlı etkileri oldukları kabul edilmekle birlikte bazı ciddi yan etkilere de neden olabilirler. Bu nedenle, dermatologlar bitkisel tedavilerin etki ve olası yan etkileri konusunda bilgi sahibi olmalıdırlar. Bu makalede, deri hastalıklarının tedavisinde kullanılan bitkisel tedaviler ve yan etkileri gözden geçirilmiştir. (Türk Dermatoloji Dergisi 2007; 1: 47-50)

Anahtar kelimeler: Bitkiler, tedavi, fitoterapi, deri hastalıkları, alternatif tedavi, yan etki

Summary
Herbal therapy is one of the many alternative treatment options. The popularity of herbal therapy has increased, and is commonly used in dermatologic diseases. Although herbal medicines are generally accepted as efficacious, they may sometimes cause serious adverse effects. Therefore, dermatologists should be familiar with therapeutic efficacy and possible adverse effects. In this article, herbal therapy choices used specifically for dermatologic disease and probable adverse effects have been reviewed. (Turkish Journal of Dermatology 2007; 1: 47-50)

----------------------------------------------------------------
Giriş
Fitoterapi, (phytos=bitki, therapy=tedavi) bitkisel tedavi anlamında kullanılır. Bitkisel tedavinin tarihi insan varlığı kadar eskilere dayanmakla birlikte günümüzde kullanılan bitkisel tıp, kaynağını Çin ve Hindistan’dan alır. Batı ülkelerinde ise önceleri halk arasında kullanılmaya başlanan şifalı otları, sonraki yıllarda tıp doktorları da alternatif tedavi olarak tercih etmeye başlamışlardır.

Almanya’da 1978 yılında oluşturulan Komisyon E (German Federal Institute for Drugs and Medical Devices), 300 bitkinin klinik etkilerini değerlendirerek bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor sonraki yıllarda genişletilerek bitkisel tedavilerin standardizasyonu sağlanmaya çalışılmıştır

(1).Günümüzde fitoterapiye ilgi giderek artmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde dermatoloji polikliniklerine başvuran hastalarda fitoterapi kullanma sıklığı %86, Almanya’da %52’dir

(2). Ülkemizdeki sıklığı bilinmemekle birlikte çok sayıda hasta tıbbi tedavilerin yanı sıra bitkisel tedavilere başvurmaktadır

(3,4). Bu nedenle dermatologların fitoterapi konusunda bilgili olmaları önemlidir. Bu yazıda çeşitli dermatolojik hastalıklarda kullanılan bitkisel tedaviler ve yan etkileri gözden geçirilmiştir.

1. Akne
a.Taninler (dezenfektanlar): Fındık ağacı (Witch hazel) ve dulavrat otu (Arctium lapa) dezenfektan etkili, halk arasında sık kullanılan bitkilerdir. Yapılmış klinik çalışma bulunmamaktadır (1).

b.Meyve asitleri (alfa hidroksi asitler): Alfa hidroksi asitlerden en sık kullanılan glikolik asit, şeker kamışından elde edilir. Glukonolakton, polihidroksi asit olup aknede %5 benzoil peroksit kadar etkili bulunmuş ve irritasyon dışında yan etki saptanmamıştır (1).

c.Çay ağacı yağı (tea tree oil ): Melaleuca alternifolia bitkisinin yapraklarından elde edilir. Yüz yirmi dört akneli hastada %5 çay ağacı yağı ile %5 benzoil peroksit jelin etkinlikleri karşılaştırılmış ve çay ağacı yağının benzoil peroksit kadar etkili olduğu gösterilmiştir. Kuruluk, irritasyon ve yanma gibi yan etkiler ise benzoil peroksitten daha az görülmüştür (5).

d.Vitex (hayıt meyvesi): Seks steroidleri, vitaminler (folik asid, tiamin, piridoksin, riboflavin, kolekalsiferol, tokoferol), tanin ve rezin içerir. Etkisini hipofizden FSH (follikül stimülan hormon) ve LH (luteinizan hormon) salınımını değiştirerek gösterdiği düşünülmektedir. Premenstrüel dönemde şiddetlenen akneli hastalarda önerilmektedir. Gastrointestinal sistem yakınmaları ve deri döküntüleri dışında yan etki bildirilmemiştir (2).

2. Yara ve Yanıklar
a. Aloe Vera (sarı sabır): Aloe barbadensis yapraklarından üretilen jel ve meyve suyu kullanılmaktadır. Radyodermitli olgularda aloe vera jelinin kaşıntı, yanma hissi ve skar oluşumunu azalttığı gösterilmiştir. Kronik bacak ülserleri, donuk travmasına bağlı ülserler, yanıklar ve cerrahi yaralarda kullanılmaktadır (2,3).

b. Bal: Dekubitis ülserleri, yanık yaraları ve enfekte yaraların tedavisinde etkilidir. Antibakteriyel ve antifungal etkidir. Baldaki katalaz enzimi yaranın debridmanını yaparken higroskopik etkisi ödemi azaltıp granülasyonu ve epitelizasyonu uyarmaktadır. Dokuz yeni doğanda yapılan bir çalışmada kültür pozitif cerrahi yaralarda uygun antibiyotiklere cevap alınamazken günde 2 kez uygulanan 5-10 ml doğal balın yara iyileşmesini beşinci günde başlattığı ve yaranın 21.günde steril olup iyileşmenin tamamlandığı saptanmıştır (6).

Poliüretan yara örtüsü (OpSite) ile bal emdirilmiş gazlı bezin karşılaştırıldığı rastgele kontrollü diğer bir çalışmada ballı gazlı bez kullanılan grupta iyileşme daha erken başlamıştır (2).

c. Aynısafa çiçeği (marigold, nergis): Calendula officinalis, antik çağlardan beri yara, yanık, bacak ülserleri, kundak bezi dermatiti ve herpes zosterde kullanılmıştır. İmmünomodülatör ve antimikrobiyal etkilidir. Farelerde, kollajen ve glikoprotein sentezini arttırarak granülasyon dokusunu uyardığı gösterilmiştir (2,3,7).

3. Viral infeksiyonlar
I.Herpes Simpleksa. Oğul otu (lemon balm): Melisa officinalis’den üretilen esansiyel yağ herpes simpleksde etkilidir. Yüz on altı hastayı kapsayan çift kör, rastgele kontrollü bir çalışmada %1 melisa özü içeren kremin sekizinci günde herpes lezyonlarını tamamen gerilettiği gösterilmiştir (8). Altmış yedi hastayı kapsayan ikinci plasebo kontrollü çalışmada ise melisa özünün ilk 72 saatte uygulanması, lezyon iyileşme süresini kısaltmıştır (9).

Echinnacea, nane ve propolis herpes infeksiyonlarına karşı etkili olduğu düşünülen diğer bitkilerdir (2,8).

b. Meyan kökü (licorice): Glabrin, meyan kökü özünün deriye penetre olan kısmıdır. Siklooksijenaz enzimini baskılayarak antiinflamatuar etki gösterir. Herpes zoster ve post herpetik nevraljide topikal olarak kullanılmaktadır (2,3). II.Verruka Vulgaris ve Kondiloma AkkuminataPodofilin: Podophyllum peltatum bitkisinin kökünden elde edilir. Kondilomada topikal kullanılır (7). Hamilelerde toksik olduğu bildirilmiştir (2).

4. Bakteriyel ve fungal infeksiyonlar
a. Çay ağacı yağı (tea tree oil): Bu bitkinin in vitro ortamda P. acnes, S. aureus, E. coli, C. albicans, T.rubrum’a karşı etkinliği gösterilmiştir (2,10). Yüz dört tinea pedisli hastayı kapsayan plasebo kontrollü, rastgele, çift kör bir çalışmada %10 çay ağacı yağı kremi semptomatik iyileşme sağlamıştır (11). Yüz on yedi onikomikozlu hastada yapılan bir diğer çalışmada %100 çay ağacı yağı ile %1 klotrimazol solüsyon karşılaştırılmış ve altıncı ay sonunda her iki grupta sırasıyla %18 ve %11 oranlarında mikolojik kür tespit edilmiştir (12).

b. Sarımsak (Allium sativum): Sarımsakta bulunan ‘’ajoene’’ antifungal etkilidir. Otuz dört tinea pedisli hasta günde bir kez % 0,4 ajoene krem ile tedavi edilmiştir. Hastaların %79’unda yedinci gün ve diğer hastalarda 14. günde iyileşme saptanmıştır. Üç aylık takipte nüks görülmemiş ve kontakt dermatit dışında yan etki saptanmamıştır (13).

5. Uyuz ve bitlenme
Anason tohumu (Anise seed): Anason tohumlarından elde edilen yağ, antiparaziter ve antibakteriyel etkilidir. Hamilelerde kullanılması kontrendikedir (2).

6. Dermatit
a. Çin herbal terapisi: Antiinflamatuar, antibakteriyel, antihistaminik, immünosüpresif ve steroid benzeri etkilidir. Geleneksel Çin herbal tedavisinde çeşitli bitki karışımları kişilere özel hazırlandığı için kontrollü klinik çalışmalar ile değerlendirmek zordur. Çocuk ve erişkin atopik dermatitli hastalarda on çeşit bitkiden oluşan çayın etkili olduğu gösterilmiştir (14). Geri dönüşümlü hepatotoksite bildirilmiştir (2,7).

b. Alman Papatyası (German chamomile): Antiinflamatuar, antipruritik, ve antibakteriyel etkilidir (2,3,15). Yapısında ‘‘alfa–bisabolol’’ ve flavonoidler vardır. Alfa-bisabolol yara iyileşmesini hızlandırır. Flavonoidler ise histamin salınımını baskılar. Çalışmalarda sodyum lauryl sülfata bağlı kontakt dermatitte %1 hidrokortizon kadar etkinlik göstermiştir (16).

c. Zencefil (turmerik): Aktif maddesi ‘’curcmin’’dir. Antibakteriyel, antiparaziter, antiviral etkilidir. Septik ve aseptik yaralarda kullanılır. Ayrıca antikarsinojen, antiinflamatuar etkinlik gösterir. Psoriazis, akne, egzama, fronkül tedavisinde ve deri yaşlanmasını önleme amaçlı üretilen kozmetiklerde kullanılır (15,17).

d. Hodan yağı (borage oil): Borage officinalis bitkisinden elde edilir. Yapısında oleik asit ve a-linoleik asit vardır. İnfantil seboreik dermatitinde etkili bulunmuştur (18). Atopik dermatitte ise plasebodan farklı etki göstermemiştir (19,20).

7-Psoriazis
a. Çin herbal terapisi: Çin herbal tedavilerinde psoriazisli hastalar için en sık tercih edilen bitkiler ‘’Radix angelicae dahuricae’’ve “Camptotheca acuminit”dir. Yapılarında furokumarin bulunur ve UV-A ile birlikte klasik PUVA tedavisine benzer etki gösterirler (2).

b. Aloe Vera (sarı sabır): Yapısındaki glycyrrhetinic asit adrenokortikoid benzeri etki gösterir. Hafif ve orta şiddetli 60 psoriazisli hastada yapılan çift kör kontrollü çalışmada, % 0,5 aloe vera kremin plasebodan daha etkili olduğu gösterilmiştir (21).

c. Kapsaisin: Bilinen en acı maddelerden biridir ve kırmızı acı biberde bulunur. Etkisini periferik duyu sinir liflerinde ağrı ve kaşıntı iletiminde rol alan substans P’nin birikimini engelleyerek gösterir. Diyabetik nöropati, osteoartrit, postherpetik nevralji, psoriazis ve postoperatif ağrı tedavisinde etkilidir. Yüzde 0,025 ve % 0,075'lik kremleri vardır. Şiddetli psoriazisli 44 hastada %0,025 kapsaisin kremin altı hafta kullanılması ile lezyonlarda belirgin düzelme görülmüştür. Yanma hissi ve eritem dışında yan etki saptanmamıştır. Kapsaisinin açık yaralarda ve göz çevresinde kullanımı kontrendikedir (2, 3).

d. Dağ tütünü (arnica, leopard zehiri): Arnica montana, antiinflamatuar ve antitrombotik etkilidir. Yapısındaki sesquiterpen laktonlar, NF-kB (nükleer faktör-kappa B)’nin transkripsiyonunu baskılar. NF-kB, IL (interlökin)-1, IL-6 ve IL-8 gibi sitokinlerin, intersellüler adhezyon moleküllerinin, antijen sunucu hücrelerin ve siklooksijenaz enziminin genlerini kontrol eder. Arnica, psoriazisde ıslak kompres veya krem şeklinde kullanılır. Sistemik kullanımı kardiyovasküler, nörolojik, gastrointestinal yan etkilere ve ölüme yol açabilir (2).

8-Kronik venöz yetmezlik
a. At kestanesi (horse chestnut): Aesculus hippocastanum bitkisindeki aescin; lökosit aktivasyonun inhibisyonu ile inflamasyonu, hyalürinaz ve elastaz inhibisyonu ile de kılcal damarların geçirgenliğini ve ödemi azaltır. Hemoroid, kronik venöz yetmezlik ve spor yaralanmalarının neden olduğu ödem tedavisinde kullanılır. Çalışmalarda 100–150 mg/gün dozda alt ekstremite venöz volümünü düşürerek, bacaklardaki halsizlik, kaşıntı ve ağırlık hissini azalttığı gözlenmiştir (2,7). Etken madde olarak %20 aescin içeren topikal kremler satılmaktadır.

b. Üzüm çekirdeği (grape seed, Vitis vinifera): Yapısındaki “ proantosiyanidin” çok güçlü bir antioksidandır. Kronik venöz yetmezlikte 50–300 mg günlük dozda etkilidir (2).

c. Japon eriği (Ginkgo biloba): Vazodilatör etkilidir. Kalp yetmezliği, astım, vertigo, tinnitus, serebral ve periferik vasküler hastalıklar ve demansda kullanılır (7,20).d. Gotu Kola (Centella asiatica): Transkutan arteriyel oksijen basıncını ve mikrosirkülasyonu düzenler. Kronik venöz yetmezlikde, ödem ve gece ağrılarını azaltır (2,20).

e. Dağ tütünü (arnica): Topikal kullanımı inflamasyonu ve ekimozları azaltır. Krem formunda varis, ekimoz ve hemoroidlerin tedavisinde etkilidir (2,7).

9-Alopesi
Aromaterapi: Alopesi areatalı 86 hastada yapılan çift kör, rastgele kontrollü araştırmada çalışma grubunda üzüm çekirdeği ve jojoba yağı bazında kekik, biberiye, lavanta ve sedir yağı, kontrol grubunda ise üzüm çekirdeği ve jojoba yağı kullanılmıştır. Çalışma grubunda %44, kontrol grubunda %15 oranında iyileşme sağlanmıştır ve yan etki görülmemiştir (22).

10- Deri kanserleri
a. Çay: Camellia sinensis bitkisinin fermentasyonuyla elde edilir. Yeşil çay fermente edilmemiş şeklidir. Yeşil çaydaki ’’epigallokatekin’’ antioksidan, antiinlamatuar, antikanserojendir. Yeşil çay özlerinin topikal uygulanması UV’ye bağlı eritemde baskılanma ve DNA hasarında azalma sağlar. Siyah çaydaki etken madde ‘’theflavin’’dir ve UV-B’ye bağlı eritemi baskılar, apopitozisi uyarır ve deri tümörlerini önler (7).

b. Biberiye (rosemary): Rosemarry officinalis özlerinin deri tümörlerini önlediği gösterilmiştir. Kanserojenlere maruz bırakılan farelerde, biberiye özleri uygulandığında deri tümörü gelişmediği görülmüştür (7). Hamilelerde kullanımı kontrendikedir (23).

c. Arı reçinesi (propolis): Bal arılarının ağaç ve bitkilerden topladıkları özlerle ürettikleri mumsu yapıda bir maddedir. Yapısındaki flavonoidler ve fenolik asidler, antimikrobiyal, analjezik, antiinflamatuar, antitümöral etki gösterir. Propolisdeki “clerodane’’ DNA sentezini baskılayarak displastik papillomları önler (2).

d. Kırmızı Ginseng: Antioksidan ve bağışıklık sistemini güçlendirici etkilidir. Farelerde deri kanserlerini önlediği gösterilmiştir (2,20).e. Deve dikeni (silimarin, milk thistle): Silybum marianum, güçlü bir antioksidandır. Alman E Komisyonu karaciğer hastalıklarında kullanılmasını önerir. Dermatolojide metotreksat toksisitesi ve hepatik porfilerde kullanılabilir (7). Farelerde topikal silimarinin kimyasal karsinojenlerin neden olduğu deri kanserlerini önlediği gösterilmiştir (2).

11-Hiperpigmentasyon
a. Arbutin: Hidrokinon derivesidir. En fazla armut ağacı yapraklarında bulunur. Melanozomlardaki tirozinaz aktivitesini baskılar (24,25).

b. Meyan kökü (licorice): Etken maddesi glabridin, tirozinazı baskılar. Kobaylarda UV’ye bağlı eritem ve pigmentasyonu gerilettiği gösterilmiştir (14).

c. Soya: Soya sütü ve soya proteinleri, keratinositlere melanozom alınışını etkileyen PAR-2 (protease activated receptor 2) aktivitesini baskılarlar. Soya fasülyesi tripsin inhibitör faktör’ün etkili olduğu düşünülmektedir. Çalışmalarda soya fasülyesi özlerinin pigmente deri lezyonlarını gerilettiği gösterilmiştir. Soya ayrıca antikanserojen ve antioksidan etkilidir (25,26). Dut yaprağı ve çam kabuğu (piknogenol) özleri, pigmentasyon tedavisinde etkili olduğu düşünülen diğer bitkiler arasındadır (17).

12-Antiinflamatuvar etkili bitkisel tedaviler
Rozasea, UV, lazer ve kimyasal peeling gibi uygulamalardan sonra ortaya çıkan eritem ve hassasiyetin tedavisinde deriyi nemlendiren ve inflamasyonu baskılayan bitkisel kremler kullanılır. Bu amaçla en sık kullanılan bitkiler arasında aloe vera, Alman papatyası, jojoba yağı, yulaf, çam kabuğu özü ve likopen (domates ekstresi) yer alır (17,27).

Yan etkiler
Bitkisel tedavilerde karşılaşılan en önemli sorunlar, bitkilerin farklı aktif maddeler içermesi nedeniyle diğer ilaçlarla etkileşimlerinin ve yan etkilerinin tam olarak bilinmemesidir (28-30). Hastalar tıbbi tedavilerini düzenleyen doktorlarına kullandıkları bitkisel tedavileri ile ilgili bilgi vermekten de kaçınmaktadırlar. Bu durum hastaların tanı ve tedavilerinde karmaşaya neden olmaktadır (31).

Çin kökenli bitkisel tedaviler, steroidler, arsenik, civa, diazepam, steroid olmayan antiinflamatuarlar ve hidroklorotiyazid gibi etken maddeler içermekte olup ciddi karaciğer hasarı, böbrek yetmezliği ve kardiyomyopatiye neden olabilirler. Hint bitkilerindeki arsenik ve civa, intoksikasyonlara ve arsenik keratozuna neden olabilir (28-30).

Meyan kökü ve echinnacea immünomodülatör etki ile kortikosteroid ve immünosüpresiflerin etkisini azaltabilir. Ginkgo biloba, sarımsak, zencefil, soğan, ananas gibi bitkiler trombosit fonksiyonlarını değiştirerek cerrahi işlemler sırasında kanamalara neden olabilir.

Fitoöstrojen içeren soya, meyan kökü, melek otu gibi bitkiler özellikle dermabrazyon, lazerle cilt gençleştirme ve skarların tedavisi sırasında pigment değişikliklerine neden olabilir (28).

Deri, bitkisel tedavilerin yan etkilerinin en sık görüldüğü hedef organdır. Alerjik deri reaksiyonlarının gelişme riski uzun süreli ve topikal uygulamalarla artar (31). En sık irritan dermatit ve alerjik kontakt dermatit görülmekle birlikte eritrodermi, Stevens-Johnson sendromu, Sweet sendromu, ürtiker, angioödem, anaflaksi ve nekrotik deri lezyonları bildirilmiştir (29).

Aromaterapide kullanılan bitkisel yağların ise en sık görülen yan etkileri fotosensitizasyon ve kontakt dermatit olmakla birlikte çeşitli yan etkilere yol açabilir. Örneğin ökaliptus yağı 30 ml üzerinde kullanıldığında taşikardi, ataksi, kas güçsüzlüğü ve solunum depresyonuna neden olabilir (29-31). Lavanta yağı ve çam ağacı yağı içeren şampuanların erkek çocuklarda jinekomastiye neden olduğu bildirilmiştir (32).Sonuç olarak, günümüzde bitkisel tedavilerin kullanımı yaygınlaşmaktadır. Hastaların bitkisel bir tedavi yöntemi kullanıp kullanmadıkları mutlaka sorgulanmalı ve kanıta dayalı tıpta etkinliği gösterilen bitkisel ilaçların doktor kontrolünde kullanılmalarına izin verilmelidir.

_______________________

Kaynaklar
1. Bedi MC, Shenefelt PD. Herbal therapy in dermatology. Arch Dermatol 2002;138:232-42.

2. Ernst E. The usage of complementary therapies by dermatological patients: a systemic review. Br J Dermatol 2000;142:857-61.

3. Algier AA, Hanoğlu Z, Özden G, Kara F. The use of complementary and alternative (non-conventional) medicine in cancer patients in Turkey. Eur J Oncol Nurs 2005;9:138-46.

4. Kurt E, Bavbek S, Pasaoglu G ve ark. Use of alternative medicines by allergic patients in Turkey. Allergol Immunopathol 2004;32:289-94.

5. Stevensen CJ. Aromatherapy in dermatology. Clin Dermatol 1998;16:689-94.

6. Vardi A, Barzilay Z, Linder N, et al. Local application of honey for treatment of neonatal postoperative wound infection. Acta Paediatr 1998;87:429-32.

7. Buchness MR.Alternative medicine and dermatology. Semin Cutan Med Surg 1998;17:284-90.

8. Wolbling RH, Leonhardt K. Local therapy of herpes simplex with dried extract from Melissa officinalis. Phytomedicine 1994;1:25-31.

9. Koytchev R, Alken RG, Dundarov S. Balm mint extract (Lo-701) for topical treatment of recurring Herpes labialis. Phytomedicine 1999;6:225-230.

10. Dattner AM. From medical herbalism to phytotherapy in dermatology: back to future. Dermatol Ther 2003;16:106-13.

11. Tong MM, Altman PM, Barnetson RS. Tea tree oil in the treatment of tinea pedis. Australas J Dermatol 1992;33:145-9.

12. Buck DS, Nidorf DM, Addino JG. Comparison of two topical preparations for the treatment of onychomycosis: Melaleuca alternifolia (tea tree) oil and clotrimazole. J Fam Pract 1994; 38:601-5.

13. Ledezma E, DeSousa L, Jorquera A, et al. Efficacy of ajoene, an organosulphur derived from garlic, in the short-term therapy of tinea pedis. Mycoses 1996;39:393–5.

14. Sheehan MP, Atherton DJ. A controlled trial of traditional Chinese medicine plants in widespread non-exudative atopic eczema Br J Dermatol 1992;126 483-8

15. Millikan LE. Complementary medicine in dermatology Clin Dermatol 2002;20:602-5.

16. Aertgeerts P, Albring M, Klaschka F, et al. Comparative testing of Kamillosan cream and steroidal (0.25% hydrocortisone, 0.75% fluocortin butyl ester) and non-steroidal (5% bufexamac) dermatologic agents in maintenance therapy of eczematous diseases. Z Hautkr 1985;60:270-7.

17. Aburjai T, Natsheh FM. Plants used in cosmetics. Phytother Res 2003;17: 987-1000.

18. Tollesson A, Frithz A.Borage oil, an effective new treatment for infantile seborrhoeic dermatitis. Br J Dermatol 1993;129:95.

19. Takwale A, Tan E, Agarwal S, et al. Efficacy and tolerability of borage oil in adults and children with atopic eczema: randomised, double blind, placebo controlled, parallel group trial. BMJ 2003; 327:1358-9.

20. Yetkin H, Başak PY. Dermatolojide bitkisel tedavi.Türkderm 2006;40:40-5.

21. Syed TA, Ahmad SA, Holt AH, et al. Management of psoriasis with Aloe vera extract in a hydrophilic cream: a placebo-controlled, double-blind study. Trop Med Int Health 1996;1:505-9.

22. Hay IC, Jamieson M, Ormerod AD. Randomized trial of aromatherapy. Successful treatment for alopecia areata. Arch Dermatol 1998;134:1349-52.

23. Lemonica IP, Damasceno DC, di-Stasi LC. Study of the embryotoxic effects of an extract of rosemary (Rosmarinus officinalis L.). Braz J Med Biol Res 1996;29:223-7.

24. Nordlund JJ, Grimes PE. The safety of hydroquinone. J Eur Acad Dermatol Venereol 2006;20 :781-7.

25. Parvez S, Kang M, Chung HS, et al. Survey and mechanism of skin depigmenting and lightening agents. Phytother Res 2006;20: 921-34.

26. Türsen Ü. Deri yaşlanmasının topikal ajanlarla önlenmesi. Dermatose 2006;4: 267-83.

27. Özden GM, Gürer MA. Deri hasarı ve korunma yöntemleri. Türkiye Klinikleri Dermatoloji Dergisi 2007;1: 37-48.

28. Pribitkin EA. Herbal medicine and surgery. Semin Integr Med 2005;3:17-25

29. Ernst E. Adverse effects of herbal drugs in dermatology. Br J Dermatol 2000;143: 923-9.

30. Vender RB. Adverse reactions to herbal therapy in dermatology. Skin Therapy Lett 2003;8:5-8.

31. Abadoğlu E. Deri alerjileri ve alternatif tedavi yöntemleri. Astım Alerji İmmünoloji 2006;4: 80-7.
32. Henley DV, Lipson N, Korach KS, Bloch CA. Prepubertal gynecomastia linked to lavender and tea tree oils. N Engl J Med 2007; 356:479-85.

[Özet]

Cilt tipine uygun günlük bakım nasıl olmalıdır?

Kimimizin cildi kurudur, bazılarımızın yağlı, büyük çoğunluğumuzun karmadır. Ama tabii bu sıfatlar alnımızda yazmazlar. Ayrıca bu cilt tipleri her zaman tek bir özellik içinde sınırlı kalmazlar. Biz bunları zorunlu olarak böyle sınıflasak da, gerçek hayatta biraz daha karmaşık, anlaşılması daha güç ciltlerle karşılaşırız. Cildimize bakmak, korumak, geliştirebilmek için onu iyi tanımalıyız.

Biliyorsunuz, cilt bakım ürünleri hiç de ucuz değildir. Bu bizim zaafımız, hepimiz razı geliyoruz. Her birimiz kendi gücümüz oranında ciddi bir bütçeyi bu ürünlere ayırıyoruz. Ama doğru seçim yapmamışsak, pek yararını göremiyoruz. Faydası bir yana, bize zararlı bile olabiliyorlar. Cildimizin güzelleşmesini beklerken, yepyeni sorunlarla karşılaşmamıza yol açabiliyorlar…

Yanlış bakım ve makyaj ürünleri, en güzel, en normal cildin bile bozulmasına yol açabilir.

Bu yazımda, cildinizi anlamanız ve ona daha iyi bakmanız için bazı temel bilgiler vermeye çalışacağım.

>> Devamı

10 Kasım 2008 Pazartesi

Cilt yaşamın aynasıdır..

Konumuz estetik olsa da belirleyici olan daima sağlıktır. Sağlık olmadan, güzellik ancak bir mucize olabilir. İnsan bedeninde bir şeyler yanlış gittiğinde, kendini hemen cildin durumunda belli eder.

Cildin görüntüsü gerçekten, yaşamda neler olduğunu yansıtan bir aynadır. Kötü beslenme, aksayan yaşam tarzı, belirtilerini gecikmeden ciltte, tırnakta, saçta gösterir. Bu nedenle cildin altın kuralları ile genel sağlığın kuralları aynıdır.

Cildi güzelleştirmek sözkonusu olduğunda, onun derinlerden gelen sesini dinlemek, doğasını anlamak gerekir. Cilt aç mıdır, susuz mudur, hasta mıdır, ne gibi baskılar altındadır? Temel ihtiyaçları karşılanmıyorsa, her şeyden önce, bunları telafi etmek gerekir. Bahşedilmiş bir servet ziyan olurken, zenginleşmeyi beklemenin anlamı yoktur. Kendine ve görünümüne değer veren bir insanın, sağlıklı bir yaşam tarzını içine sindirmesi, eşsiz bir alışkanlık olacaktır.

ÇOK SU İÇİN !
CİLDİNİZİ TEMİZ TUTUN!
YÜRÜYÜN, SPOR VE YOGA YAPIN !
BESLENMENİZE VE UYKUNUZA ÖZEN GÖSTERİN!
GÜNEŞ, SİGARA VE İÇKİDEN UZAK DURUN!

CİLDİ KORUMANIN ALTIN KURALLARI
Bir numaralı sorun “ GÜNEŞ”tir: Kitabımızın 4. bölümü tümüyle güneş etkilerinden söz etmektedir. Tek cümle ile ifade edilecek olursa, güneşe karşı çok dikkatli olun! Çünkü cildin erken yaşlanmasında en büyük etken güneştir...

>> Devamı

7 Kasım 2008 Cuma

Estetikte uyum ve doğallık eşiği

Kendiniz gibi kalın!

Bazen kozmetik işlemleri çok abartıyoruz. Giderek bakımlı olan herkes birbirine benzemeye başladı. Bakıyorsunuz; sayısız insanda aynı burun modeli, gergin kaşlar, abartılı elmacık kemikleri, şişirilmiş gibi duran yanaklar, dudaklar ve ifadesi kaybolmuş çekik gözler, donuk yüzler! Hatta bu örneklere saçlar ve giysilerle bile devam edebilirim ama konumuz o değil..

>> Devamı

3 Kasım 2008 Pazartesi

1. Anti aging ve estetik kongresi 6 Kasımda başlıyor

Baskanın mesaji:

AntiAging ve Estetik Tıp Derneği'nin düzenlediği "I. AntiAging ve Estetik Tıp Kongresi", "Yeni Yaşam Felsefesi: Sağlıklı Yaşama, Sağlıklı Yaşlanma" üzerine odaklanacaktır.

Bazı otörler tarafından "hastalık" olarak tanımlansa bile, yaşlanma biyolojik ve evrensel bir süreç olarak ele alınmalı, sosyal ve ekonomik yönleriyle birlikte tartışılmalıdır. Demografik oranların değişmesi, yaşamın ikinci yarısında bulunan insan sayısının hızla artması, ileri yaşlarda hastalıklardan uzak, zinde ve sağlıklı olmayı tıbbi, etik, sosyal ve ekonomik nedenlerle zorunlu kılmaktadır.

Biyolojik yaşlanma süreci, hücre ve dokularda meydana gelen metabolik değişikliklere paralel olarak nörolojik, kardiyak, renal ve diğer fonksiyonlarda azalmayla karakterizedir. Yaşla birlikte artan strese, çevresel hasar vericilere ve hastalıklara karşı koyma yeteneğinde ortaya çıkan progresif azalma, dejeneratif hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmakta ve yaşam kalitesini azaltmaktadır.

AntiAging, kümülatif stresle ilişkili bedensel ve zihinsel yüklerin önlenmesi, azaltılması ve tedavisine yönelik rejenerasyonu da olanaklı kılabilecek sağlık yaklaşımları ve uygulamaları olarak tanımlanmakla birlikte, güncelliği, kapsamı ve ekonomik boyutları hızla artan bir anlayış halini almaktadır. "American Academy of AntiAging Medicine"ın verilerine göre AntiAging tıp uygulamaları ve rejeneratif biyomedikal teknolojilerin yıllık pazarı 50 milyar doları geçmiştir. Konunun ekonomik boyutu ve önünün açık olması, çok disiplinli çok faktörlü doğal ve medikal yaklaşımları gerektiren AntiAging kapsam ve uygulamalarının, kanıta dayalı, bilimsel ölçütlerde ve sağlık profösyenelleri tarafından ele alınmasını, toplumun bu anlamda bilinçlendirilmesini gerektirmektedir. Koruyucu, rejeneratif ve tamamlayıcı tıp ana temalarını kapsayan AntiAging tıp, ülkemizde genellikle anlaşıldığı üzere, yüz ya da gövdede yaşla birlikte ortaya çıkan estetik kaygıların giderilmesi yaklaşımıyla sadece dermatolojik, cerrahi, ve/veya pahalı kozmesötik uygulamalarla geçiştirilebilecek, sadece menopoza/andropoza girmiş insanların sorunuymuş gibi tek başına jinekolog ya da nörologlarla çözümlenebilecek, öte yandan gene estetik endişelerle bir-iki defa alınan ağır diyet formülleri, ağır ekzersizler ve/veya akapunktur, masaj vs uygulamalarıyla başarılabilecek kadar dar bir kavram değildir.

Biyolojik yaşlanmada, oksidatif stres aracılı genom yaşlanması, replikatif yaşlanma ve hücresel senesensten organizma yaşlanmasına kadar giden yolda, endojen savunma ve tamir mekanizmalarının aktivasyonu, metabolik-hormonal optimizasyon ve ekzojen farmasötik-kozmesötik uygulamalar bir yana, ileri biyomedikal teknoloji olarak yetişkin kök hücre manipulasyonlarının AntiAging amaçla uluslararası plartformlarda ele alındığı bu günlerde, sizleri "I. AntiAging ve Estetik Tıp Kongresi"ne belirtilen konularda en yeni bilgileri paylaşmaya davet ediyoruz.

Kanıta dayalı verilerin uzmanları tarafından tartışılacağı kongremize, "sağlıklı yaşama ve sağlıklı yaşlanma adına" aktif katılımlarınızı bekliyoruz.

Saygılarımla,
AntiAging ve Estetik Tıp Derneği Yönetim Kurulu Adına
Prof. Dr. Çimen KARASU

Yönetim Kurulu Başkanı

2 Kasım 2008 Pazar

Zayıflama ilaçlarını inceleyelim

Egzersiz ile sağlıklı beslenme dışında başka çare aramayın!

Ne yazık ki bazı insanlar alışkanlıklarını değiştirmeden kilo vermenin kolay yollarını ararlar. Örneğin her yediklerini kusmak için çaba gösterirler. Kimileri ishal olmaktan medet umarlar. Bazıları ise zayıflama ilaçlarını rasgele kullanırlar. Bunların hiçbirini onaylamak mümkün değildir.

Bulumia Nervosa:
Özellikle gençler, canlarının istediği her şeyi yedikten sonra kusarak yediklerinin yağa dönüşmesine engel olmaya çalışırlar. Bu alışkanlık sindirim sistemini mahveder. Sonunda Bulumia adı verilen son derece tehlikeli, ölümcül bir hastalığa dönüşmesi şaşırtıcı olmaz ama çok üzücüdür!

İshal ile kilo vermek sağlıksızdır:
Aktarlarda satılan ot karışımları veya eczanelerden reçetesiz alınabilen, müshil etkisi olan ilaçlarla kilo vermeye çalışmak da sakıncalıdır. Bu yöntem hem sindirim sistemini bozar hem de vücudun susuz kalmasına yol açar. Bir yandan da bağırsaklarda emilen gıdalardan yoksun kalınmasına neden olur..

VE İLAÇLAR:
Zayıflama ilaçları önemlidir ama sıradan durumlar veya herkes için değildir. Bazı durumlarda, kilo vermek o kadar hayati bir önem taşır ki, doktor kontrolünde ilaç kullanılması gerekli olabilir. Örneğin önemli bir ameliyat aşırı yağlanma nedeniyle erteleniyorsa veya hasta şişmanlıktan yürüyemeyecek hale gelmişse, kalbi onu taşıyamıyorsa, bir yarar ve zarar hesabı yapılarak, zayıflama ilaçları tavsiye edilebilir. Bu amaçla kullanılan ilaçların en önde gelenleri Xenical ve Reductil’dir.

Xenical:
Bu ilaç sindirim sisteminde bulunan bir enzimi bloke eder. Böylece gıdalarla alınan yağların yaklaşık üçte birinin emilmesini engeller. Ancak zamanla yağda eriyen A, D, E ve K vitaminlerinden yoksun kalınmasına yol açabilir. Bu vitaminlerin yoksunluğu; hücre yenilenmesini yavaşlatır, kemik ve diş sağlığını etkiler, bağışıklık sistemini sarsar. Yaşlanmanın her türlü belirtisine, kalp ve kanser hastalıklarına karşı direncimizi zayıflatır.

Reductil:
Reductil vücutta doğal olarak bulunan bazı hormonların etki sürelerini uzatır ve insanın kendisini tok hissetmesini sağlar. Öte yandan metabolizmanın hızını arttırarak kilo verilmesini kolaylaştırır. Reductil tedavisi göreceli olarak daha iyi sayılsa da bazı hastalarda tansiyon yükselmesine neden olabilir. Bu nedenle, sıkı bir doktor kontrolü altında, en fazla bir yıl süre ile kullanılabilir. Bu arada ilaç etkileşimlerine karşı dikkatli olmak gerekir. Özellikle bazı antibiyotikler ve anti-depresanlarla birlikte alınması sakıncalıdır.

İnanın değmez..
Doğrusunu isterseniz sadece günde birkaç hap alarak veya belli bazı sıvıları içerek zayıflamak çok hoş bir hayaldir. Bu amaçla ilaç sanayi birçok ürün geliştirmektedir. Bazı doğal ürün dizilerinin de günde birkaç bardak içmek için hazırlanmış diyet mamaları pazarlanmaktadır. Ama bu yapay yöntemlerin tümü beraberinde, şişmanlıktan daha iyi olmayan bazı riskleri getirir. Bu nedenle, zayıflama ilaçlarını reçetesiz ve doktor tavsiyesi olmadan kullanmak doğru değildir. Yarardan çok zarara yol açabilir.

Birkaç kilo vermeye ihtiyacınız varsa, bu tip ilaçların yan etkilerini göze almanıza hiç değmez. Kendinize egzersizle diyetten başka bir kalıcı yol aramayın, bulamazsınız!

Hoşçakalın,

Dr. Yasemin Fatih Amato

NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Horlama sosyal bir sorun..

Aşırı horlayan kişilerde yüksek tansiyon, horlamayan kişilere göre daha sık görülüyor.

Bayındır Hastaneleri Söğütözü Kulak Burun Boğaz Bölümü Doç.Dr.Tuncay Özçelik, horlamanın sosyal bir problem olduğunu, horlamanın en ağır formunun “tıkayıcı tipte horlama hastalığı olduğunu dile getirdi.

Özçelik şöyle devam etti; “Uyku apnesi diye bilinen bu hastalıkta şiddetli horlama nefessiz kalınan bir dönemle kesilmektedir. Solunum tam olarak durur. 10 saniyenin üzerindeki nefessiz kalma nöbetlerinin bir saat içinde 7 den fazla görülmesi yaşamı ciddi şekilde tehdit eder” dedi. Bu gibi durumlarda uyku merkezinde inceleme yapılmasını gerektiğini öneren Özçelik, apneli yani nefes kesilmesi yaşayan hastalarda saatte 30 ile 300 defa tıkanmalara rastlanıldığını, böylelikle uykuda kan oksijen düzeyinin aşırı oranda düştüğünü ifade etti. Özçelik şöyle devam etti : “Oksijenin düştüğü bu dönemde kalp kanı daha çok pompalamak zorundadır. Bir süre sonra kalp ritmi bozulurken, yıllar içinde yüksek tansiyon ve kalp büyümesi yerleşir. Tıkayıcı tipte horlama hastalığı olan kişiler uykularının çok az bir kısmında derin uyku fazına geçebilmektedirler. Derin faz gerçek dinlenme için tek yoldur. Dinlenmeden geçirilen gecenin gündüzü uykulu, yorgun ve verimsiz geçecektir. Araba kullanırken yada iş başında uyuklamalar görülecektir”

HORLAMANIN BİR ÇOK TİPİ TEDAVİ EDİLEBİLİR
Özellikle iyi bir “adele tonusu” kazanmak için sportif bir yaşam biçiminin seçilmesini öneren Özçelik, horlayan kişilerin uyku ilaçları, sakinleştirici ve antihistaminik denilen allerji ilaçlarını uykudan önce almaması gerektiğini söyledi. Özçelik, uykudan 4 saat önce alkol alınmaması ve 3 saat önce ağır yemeklerin yenmemesi gerektiğine dikkat çekti. Aşırı yorgunluk isteyen işlerden kaçınılması gerektiğine değinen Özçelik, “Uykuda sırt üstü yatmak yerine yana yatmak tercih edilmelidir. Eski bir öneri olarak pijama sırtına tenis topu dikmek hala faydalı bir metotdur. Böylelikle sırt üstü uyumaya engel olunur. Yatağınızın baş tarafı daha yukarıda olacak şekilde tüm yatağınızı yaklaşık olarak 10 cm bir tarafa doğru çevirebilirsiniz. Bu amaçla yatağınız bir tarafı altına bir tuğla yerleştirmek amacınıza uygun olacaktır. Evde horlamayan kişilerin sizden önce uykuya geçmeleri için onlara süre tanıyabilirsiniz.” Şeklinde konuştu.

Her pozisyonda horlayan kişilerin ağır horlayan olarak isimlendirildiği bilgisini veren Özçelik, bu kişilerin söz konusu önerilerden daha fazla yardıma ihtiyaçları olduğunu belirtti. Horlama, kişi ve ailesi için zararlı hale geldiğinde uzman doktor ile görüşülmesini isteyen Özçelik, “Bu özellikle uyku sırasında nefes alamama problemi olduğunda (Yüksek sesli horlama nefessiz kalma dönemi ile kesilmektedir.) doktora başvurulması daha da önem kazanır. Horlama hastasının burun, ağız, boğaz ve boynunun detaylı muayenesi yapılmalıdır. Horlamanın boyutu ve horlayan kişinin sağlığını belirlemek açısından uyku laboratuarı çalışmaları değerlidir” dedi.

TEDAVİ TANIYA DAYANMALI
Horlama-nefessiz kalma hareketli dokuların sabitleştirilmesi ve hava yolunun daha genişletilmesini sağlayan horlama ameliyatlarından başarılı sonuçlar elde ediliyor. Buna uvulopalatofarengoplasti ameliyatı (UPPP) adı verilmekte. Hasta için bademcik ameliyatından çok farklı his vermiyor Laserin kullanıldığı Laser-assisted uvulopalatoplasti (LAUP) lokal anestezi ile yapılabilen bir başka ameliyat. Cerrahinin çok riskli veya hasta tarafından istenilmediği durumlarda boğaza basınçlı hava veren maske takarak uyuyabilir. Kronik olarak horlayan her çocuk KBB uzmanı tarafından detaylı olarak muayene edilmeli. Bademcik ile geniz eti ameliyatının gerekli olduğu durumlarda cerrahi müdahale çocuk sağlığına ve gelişimine çok önemli yararlar sağlamaktadır.

NTV-MSNBC
01 Aralık 2008 Pazartesi

Sedef hastalığı / Sorular-Cevaplar

Soru: Sedef (Psoriasis) nedir?

Sedef, toplumun %1-3’ ünü etkileyen süreklilik göstern bir deri hastalığıdır. Bir alerji ya da mikrobik bir hastalık değildir. Ömür boyu süren alevlenme ve iyileşme dönemleri olan bir hastalıkıtr. Sedef bir kaç döküntü ile sınırlı olabilir veya deriyi orta-yaygın derecede tutabilir. Çoğu insan için sedef hafif seyretmeye meyillidir.

Soru: Sedefin sebepleri nelerdir?

Hiç kimse sedefin sebebini tam olarak bilmiyor, fakat bugün araştırmacıların çoğu bağışıklık sistemi ile ilişkili olduğu kanaatindedirler. Sedefde bağışıklık sistemi her nasılsa tetiklenmiştir, bu da deri hücrelerinin büyümesini hızlandırır. Normal deri hücreleri 28-30 günde olgunlaşır ve deri yüzeyinden fark edilmeden dökülür. Fakat sedef hastalığında deri hücreleri sadece 3-4 günde olgunlaşır ve hücreler yüzeyde yığılarak deriden kalkık kırmızı lezyonları oluşturur.

Soru: Kimler sedefe yakalanır?

Sedef, kadınlarda erkeklerden biraz daha sık görülür. Çoğunlukla 15-35 yaş arasında ortaya çıkar. Bununla birlikte bebekler ve yaşlılar dahil herhangi bir yaşda görülebilir.

Soru: Sedef tanısı nasıl konur?

Sedef için özel bir kan testi veya tahlili yoktur. Teşhis genellikle doktor tarafından derinin muayenesi ile konur. Nadiren, deri biyopsisi gerekir. Tırnaklarda küçük çukurcukların varlığı sedefin göstergesidir.

Soru: Tüm sedefler birbirine benzer mi?

Hayır. Sedefin değişik şekilleri vardır. Çocuklardaki hastalık ile erişkinlerde ve yaşlılardaki hastalık, farklı özellikler gösterebilir. Çocuklarda yeni başlamış olduğu için küçük çaplı ve kırmızı renkli, üzeri kepekli belirtiler görülür. Erişkinlerde her tür belirti görülmekle birlikte, genellikle çocuklardakilere benzeyen daha büyük çapta belirtiler vardır. Yaşlılarda ise, hastalık uzun süreden beri devam ettiği için daha büyük çapta, çocuklardakine oranla daha soluk renkte ve üzerinde kepekten çok deri kalınlaşması halinde belirtiler görülür. Ancak hastalığın alevlendiği dönemlerde, yaşlılarda bile kırmızı ve kepekli belirtiler ortaya çıkar.
Sedef hafif dereceden ortaya ve sakatlığa yol açaçak derecede ciddi seyredebilir.

Soru: Sedef bulaşıcı mıdır?

Hayır. Sedef bulaşıcı değildir. Yakalanabileceğiniz veya geçirebileceğiniz bir hastalık değildir. Sedef lezyonları göze hoş görünmeyebilir, fakat mikrobik bir hastalık veya açık bir yara olarak düşünülmemelidir. Sedefli bir kişi, diğer insanların sağlığını tehdit etmez.

Soru: Sedef vücudun nerelerini tutar?

Sedef, en sık saçlı deri, diz, dirsek ve gövdeyi tutar. Fakat tırnaklar, el ayaları, ayak tabanları, genital bölge ve yüz (nadirdir) dahil her yerde görülebilir. Lezyonlar genellikle simetriktir, yani vücudun sağ ve sol taraflarında aynı yerde ortaya çıkarlar.

Soru: Sedef saç döker mi?

Sedef hastalığı saç dökülmesine yol açmaz. Ancak saçı çevreleyen çok kalın kabukları sökmeye çalışırken saçlarınız dökülebilir. Ayrıca bazı ilaçlar da geçiçi saç dökülmesi yapabilir.

Soru: Sedefin diyeti var mı?

Özel bir diyeti yok. Balık yağları iyi gelebilir. Aşırı kilo kıvrım bölgelerinde şikayetleri arttırır ve tedaviyi güçleştirir.

Soru: Deriyi kaşımak sedef döküntüsüne yol açar mı?

Evet. Özellikle alevlenme dönemlerinde deriyi kaşımak, ovmak, kabukları koparmak yeni döküntülere yol açabilir.

Soru: Alkolün sedefe zararı var mı?

Aşırı alkol sedefi alevlendirebilir. Orta derecede alkol alımının sedefe bir zararı yoktur. Ancak ağızdan ilaç alan hastalarda ilaçlarla etkileşime girebilir.

Soru: Güneş sedefe iyi gelir mi?

Doğal güneş ışığının sedef üzerine olumlu etkisi vardır. Ancak yanacak kadar güneşlenmek sedefi alevlendirebilir.

Soru: Kış aylarında özel bakım gerektirir mi?

Evet. Kış aylarında nem oranının azalması derinin kurumasına ve kaşınmasına yol açar. Kaşımak da sedefi alevlendirebilir. Bu nedenle nemlendirici krem ve merhemlerin daha fazla kullanılması gerekir.

Soru: Sedef hastası hamile kalabilir mi?

Evet. Sedefin ne anneye ne de bebeğe bir zararı yoktur. Gebelik esnasında sedef iyileşme gösterebilir veya kötüleşebilir.

Soru: Sedefe yakalanacak olan insanlar biliniyor mu?

Kalıtımın hastalığın gelişiminde önemli bir rolü olmasına rağmen, sedefe kimin yakalanacağını tahmin etmek mümkün değildir. Vakaların üçte birinde ailede sedef hastalığı vardır. Ancak, tespit edilmiş bir kalıtım şekli yoktur. Deriye fiziksel travma, infeksiyonlar(farenjit), psikolojik stres ve bazı ilaçlar gibi çevresel faktörler ailesinde sedef hastalığı olmayan kişilerde bile sedefin başlamasını sağlayabilirler.

Soru: Sedefli anne babanın çocuğu sedefe yakalanır mı?

Sedef hastalığına yatkınlık ebeveynlerden çocuğa geçebilir. Ancak bu çocuğun sedef olacağı anlamına gelmez.

Soru: Stres, sıkıntı sedefe yol açar mı?

Sedefe yatkınlığı olan kişilerde psikolojik stres ve sıkıntılar sedefi başlatabilir veya var olan sedefin artışına yol açabilir.

Soru: Sedefin kesin tedavisi var mı?

Yok. Fakat, sedef lezyonlarının kaybolmasını sağlayan hem yüzeysel hem sistemik çok farklı tedaviler vardır. Sedefli bazı kişilerde aylar hatta yıllar süren kendiliğinden iyileşmeler görülür. Ancak kişide sedefe yatkınlık devam eder. Bu yüzden döküntüler, yıllar sonra bile ortaya çıkabilir.

Soru: Sedef ömrü kısaltır mı?

Hayır.

Soru: Sedef eklemleri tutar mı?

Sedefli hastaların %10-30’unda eklem hastalığı(artrit) gelişebilir. Sedef artriti genellikle el ayak parmaklarını etkiler ve hafif seyirlidir.

Soru: Sedefli hastalar normal görevlerini yapabilir mi?

Sedefli hastaların büyük bölümü normal görevlerini yapabilir. Sedefin istenmeyen görünüşü nedeniyle bazen kendilerine saygıları az olabilir. Sedef genellikle toplum tarafından yanlış bilinir, bu da sosyal ilişkilerde sedeflileri utangaç yapar. Gerginlik, kızgınlık, utangaçlık ve depresyon gibi ruhsal problemler görülebilir. Sedef eğer hastalık görünür yerlerde ise hastanın çalışma hayatını etkileyebilir.

Soru: Sedefin ekonomik etkisi nedir?

Sedef sürekli bir hastalıktır. Çoğu vakada sürekli tedavi gerektirir. Ilaçların maliyeti ve doktor visitleri uzun sürelidir. Ciddi vakalarda yatarak tedavi gerekebilir.

Soru: Sedefte tedavi umudu var mı?

Evet. Bu konuda günümüzde eskisinden çok daha fazla araştırma yapılıyor. Sedefin anlaşılmasında çok fazla ilerlemeler kaydedilmiştir.

Kaynak: Dermatoloji ve Kozmetoloji Portalı