1 Ağustos 2007 Çarşamba

Güneşe dair..

GÜNEŞ VE MODA

Dün bembeyazdı, sonra esmer oldu “Güzel” kadınlar ! En küçük bir ayrıntıya; dünü, bugünü ve yarınıyla baktığınız zaman, her şeyin anlamı nasıl değişiyor. Ve geniş bir zaman yelpazesini elinize aldığınızda, moda bir film şeridi gibi, ilkin bir önceki görüntüyü sonra da kendini tüketiyor...


















Yirminci yüzyıla kadar, yani 1900’lü yıllardan önce, özellikle batılı insanın gözünde, beyaz ten güzelliğin ve seçkinliğin ta kendisiydi. Esmerlik ise pek makbul değildi. Bayanlar şapka ve şemsiyelerle gezer, kendilerini güneşten korumak için çok dikkatli ve hassas davranırlardı. O zamanlar esmer ten, güneş altında çalışmak zorunda olan kesimlere veya Afrika’dan gelen hizmetkarlara özgü bir renkti. Derken, kentler büyüdü ve sanayi toplumu, çalışanları iç mekanlara taşıdı. Üretime katılan, iş hayatına giren kadınlar da iç mekanlara kapandılar. Aslında tüm yaşam duvarların ardına geçti. Kentlerde içe dönük bir yaşam tarzı oluştu. Pazar gezintilerinin dışında açık havaya çıkmak bir hayal oldu. Ve böylece 20. yüzyılda, birçok kültürde ama özellikle batıda, ten rengine bakış açısı değişti. Esmerleşmek, gezmek için imkanı ve zamanı olanların bir imtiyazı olarak görülmeye başlandı.

20 yüzyılın başından bu yana; güzellik, dirilik ve çekicilik bu defa bronzlaşmış tenleri giyindi. Bir zamanlar beyazlaşmak için arsenik bile içen kadınlar, beyaz tenlerini soluk bir hayalet gibi görür oldular. Bu dertten kurtulmak ve biraz renk kazanmak için de kendilerini her fırsatta, sere serpe güneşe teslim etmeye başladılar.Tabii bazen de solaryum salonlarına...

Bütün bu modaları bir kenara bırakıp, bu bölümde, “GÜNEŞ” e yansız bir şekilde ve bir fenomen olarak bakacağız. Güneş insan sağlığı ve güzelliği için ne ifade eder? Ne kadar veya nereye kadar yararlıdır? Ya zararları? Güneşin zararları ile nasıl baş edilir? Sağlığı ve gençliği tehlikeye atmadan bronzlaşmak mümkün müdür? Solaryum nedir, zararı var mıdır ? İşte bu gibi soruların cevabını araştıracağız.

GÜNEŞ VE YAŞAM
Doğayı ve yaşamı güneşe borçluyuz. Dünyayı cennete benzeten başlıca şeylerden biri güneş olsa da, cehennem ateşi de güneş gibi tarif edilir. Esasında güneş sonsuz bir nükleer patlamadır. Ve güneş sistemindeki gezegenler içinde, henüz bilindiği kadarıyla, yalnızca dünyamızda hayat var. Yaşam için güneşin varlığı her ne kadar belirleyici ise de, ondan uzaklığımız da bir o kadar önemlidir.

Çok ilginç bir konu olsa da, astronomik veya mitolojik boyut bizim işimiz değil. Biz şimdi aşağılara ineceğiz, dünyaya ve günümüze konacağız. Sonra da güneşin gündelik yaşama, sağlığa ve cilde etkilerini inceleyeceğiz.

Güneş dünyamızın biricik ısı ve ışık kaynağıdır. Mikroplarla mücadele eder, kan dolaşımını hızlandırır, aldığımız besinlerin absorbe edilmesini ve D vitamininin sentezini sağlar. Işık yoksunluğu bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve sağlığın bozulmasına yol açar. Bunlar içinde Alzheimer hastalığı, kemik erimesi, kronik yorgunluk, kanser türleri, saç dökülmesi, kalp hastalığı ve beyin kanaması riskini sayabiliriz. Güneş insana yaşama sevinci ve mutluluk verir. Uzun süren karanlık günler insanların ruh halini berbat eder. Doğal ışık ve baharda ılınan hava; iyimserliği , sevgiyi, umudu uyandırır. Güneşli ülkelerin insanları daha neşeli, daha canlı ve dışa dönüktür. Sanatları renkli, müzikleri, dansları hareketli, aşkları ateşlidir!

Güneşin haklı itibarı ve çekiciliği sayesinde her yıl binlerce turist, göçmen kuşlar gibi güneşi takip eder. Nerede güneş varsa oraya akın eder. Daha çekici bir görünüme kavuşmak için, güneşin altında saatlerce sere serpe uzanır, bronzlaşmaya çalışır.

Güneşlenmek veya solaryumda bronzlaşmak çok keyifli gibi görünüyor. Ama bu madalyonun sadece bir yüzü. Madalyonun diğer yüzü ise bronzlaşma tutkusunu sorguluyor ve insanları ihtiyata davet ediyor. Yazın güneşte, kışın solaryumda bronzlaşma tutkusunun faturası, erken yıpranan ve yaşlanan bir cilt ile kanser riski oluyor. Gerçek maalesef böyle!


GÜNEŞ IŞINLARI
Güneş banyoları insanı alabildiğine gevşetmesine rağmen ne yazık ki cilt , direkt olarak güneş ışınlarına maruz kalamayacak kadar hassastır. Güneşten sonra, cildimizde oluşan ve hoşumuza giden veya gitmeyen tüm değişiklikler, bronzlaşmanın kendisi bile, sağlığın alarm zilleridir. Cilt güneşe reaksiyon gösterir. Bu tepkiler arasında; çiller, açık ve koyu renkte lekeler , zamansız yaşlanma, kanser riski ayrıca katarakt ön sırada yer alır. Güneşin fazlası ve güneş yanıkları, bağışıklık sistemini bozar. Tüm bu nedenlerle güneşin faydalarından yararlanmak, zararlarından da bilinçli bir şekilde korunmak gerekir. Bu gerçeklikte yumuşatılacak, görmezden gelmeyi mazur gösterecek, hiçbir yan yoktur. Ne yazık ki, bütün katılığıyla buna alışmaktan ve kendimizi korumaktan başka bir yolumuz kalmadı.

ULTRAVİYOLE (UV) VEYA MOR ÖTESİ IŞINLAR

Güneş ışınları farklı dalga boylarındadır. Bunların bazıları cilt için zararlıdır. Bizim konumuz cildi etkileyen Ultraviyole (UV) ışınlarıdır. Bunlar güneş ışınlarının %2-3’lük bölümünü oluşturur. Ultraviyole ışını, gözle görülebilen uzun ışınlar ile çıplak gözle görülemeyen kısa röntgen ışınları arasında, orta seviyede bir ışındır. Bu ışına ultraviyole yani mor ötesi denilmesinin sebebi , görünen mor ışığın hemen üzerinde yer almasıdır.

UVA:
320-400 nm dalga boyundadır.Yeryüzüne büyük miktarlarda erişir.
UVA ışınları kızarıklık yapmadan cildi hızla bronzlaştırır. Ancak bronzluk süresi kısadır. En az zarar veren Ultraviyole ışını budur. UVA ışınları cildin derinlerine indiği için solaryum ve fototerapide kullanılır.

UVB :
D vitamini sentezini UVB ışınlarına borçlu olmamıza rağmen, en zararlı ultraviyole ışını da budur. 200-290 nm dalga boyundadır. Ciltte yanık ve kızarıklıklardan sorumlu olan ışınlar UVB ışınlarıdır. Kozmetik açıdan bakılacak olursa, UVB nin cildi bronzlaştırması UVA’ya göre daha yavaştır ancak etkisi daha uzun sürelidir.

UVC:
Bu ışın sadece sterilizasyon işlemlerinde kullanılır. 200-290nm dalga boyundadır ve çok tehlikelidir. Ekolojik dengenin bozulmadığı dönemlerde, ozon tabakası yeryüzünü bu ışından korumaktaydı. Ozon tabakasının incelip delinmiş olması, UVC ışınlarına karşı daha fazla tedbir alınmasını gerektirmektedir. Bu ışının doğal haline de, sterilizasyon cihazlarına da, çıplak gözle bakmak zararlıdır. Gözde tahribata yol açabilir.

Güneş ışınlarının zamanı ve mekanı :

Güneşin cilde etkisi; derinin tipine, ozon tabakasına, bulutlara, hava kirliliğine, coğrafi bölgelere, mevsimlere, yüksekliğe ve havanın nemi gibi faktörlere bağlı olarak değişir.

Sabah güneşi:
Güneş ışınları sabahları 10:00-15:00 saatleri arasında daha dik ve etkilidir. Bu ışınların şiddeti yaz aylarında artar.

Bulutlu hava:
UV ışınları bulutlar tarafından kısmen emilir. Amerikan Aile Doktorları Akademisi’nin yayınladığı araştırmalara göre, ultraviole ışınlarının %60 - %80’i bulutlardan geçerek cilde ulaşır. Leke ve kanser riski taşıyan bir cilt tipiniz varsa, bulutlu havalarda bile güneşten korunmanız gerekir. Ancak bulut tabakası çok kalın olduğu zaman, tehlike olmadığı kabul edilebilir.

Ekvator ve kutuplar:
Coğrafi bölgeler güneşin etkisini arttırabilir veya azaltabilir. Ekvatora yaklaştıkça güneş ışınları yeryüzüne daha dik iner. Bu nedenle Ekvatora ne kadar yakınsanız güneşten o kadar daha fazla etkilenirsiniz.

Dağlar:
Dağlarda güneş çok etkilidir. Yükseklere ulaşan UV miktarı daha fazladır.

Su ve kar:
Deniz, havuz, göl gibi ortamlarda; Sudan yansıyan güneş ışınları çok şiddetli olur. Bu nedenle sabah saatlerinde denizin içinde veya havuzda olmak sakıncalıdır. Su insanı serinletebilir ama cildi güneşten korumaz. Ayrıca UV ışınları suyun en az 30 santim altına kadar ulaşır. Aynı yansıma etkisi nedeniyle, kar da çok tehlikelidir. Kış ortasında kayak yapmaya gidenler, solaryuma girip çıkmış gibi olurlar. Bu açıdan karlı bölgelerde güneşten koruyucu kremler sürülmesi gerekir.

Dr. Yasemin F. Amato

NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.

Hiç yorum yok: