
Bu sorunun cevabını tek bir cümle kurarak vermek ne yazık ki mümkün değil. Bazı insanlar esmer, bazıları sarışın, kimisinin burnu şöyle, diğerinin başka türlü.. Esasen her bir birimiz farklı bir tasarımı sergiliyoruz. Ortak noktalarımız yok mu, tabii ki çok ama yine de hem aynı, hem farklıyız. Araştırmacılar birçok alanda nedenleri ortaya çıkarmakla yetiniyorlar. Ama konu obezite tehditi olunca, buna bir çare aramanın, kaderimizi değiştirmenin peşine düşüyorlar.
Gerçi bu günlerde kamuoyunun ilgisi şişmanlık sorunundan çok zayıf mankenlere gösterilen tepkilere yoğunlaştı. Çünkü moda dünyası nihayet sağlık ile estetik arasında “sağlık” tercihini yaptı. Yada yapmak zorunda kaldı. Podyumlardaki sıfır beden mankenlerin halka iyi örnek olmadığına karar verdiler. Ama biz modacı değiliz. Sağlıkla uğraşanlar ne sıskalığın nede obezitenin yanında saf tutamazlar değil mi? Hatta moda rüzgarlarına karşı biraz da mesafeli olmaları gerekir.
Diyet ve şişmanlık el ele ilerliyor:
Şişmanlık batı dünyasının en büyük kabusu ama bir yandan da az gelişmiş ülkelere doğru yayılıyor. Bu sorun ülkemizde de gittikçe büyüyor. Bir zamanlar insanlığı kırıp geçiren veba, verem, sıtma gibi bulaşıcı hastalıkları bir yana koyarsak, dünyada bu denli hızlı ilerleyen bir başka hastalık görülmediği belirtiliyor. Obezite sorununun altında yatan nedenler, tıp dünyasını yeni araştırmalara yöneltiyor. Son yıllardaki bakış açısına göre, sorun sadece aşırı yemekten ve hareketsizlikten ibaret olmayabilir. Çünkü az yiyen şişmanlar, çok yiyen zayıflar olduğunu biliyoruz. İşin garip tarafı, bir yandan diyet yapanların sayısı artarken, diğer yandan da şişmanlık başını almış gidiyor..
Vücut ağırlığımızın hormonal sorunlar ve genetik yatkınlıkla ilişkili olduğuna kuşku yok. Ayrıca yanlış beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik ve aşırı yemek genellikle psikolojik sorunlarla birlikte şekilleniyor. Gerçek şu ki, şişmanlık pek çok nedene bağlı olabilir. Ve nedenlerini ortaya çıkarmadıkça yapılan diyetler, ağrıyan yerimize morfin yapmaktan daha kalıcı bir çözüm olmayı başaramaz.
Hormon gerçeği:
Vücut ağırlığımız son derece karmaşık bir hormonal zincire bağlıdır. İnsan vücudunda 100’ü aşkın hormon salgılanır ve bunlar mükemmel bir orkestranın ahengiyle tüm metabolizmayı kontrol ederler. Bütün bu hormonlar bir kurye gibi, beyinden, iç salgı bezlerinden vücudun her yanına mesaj iletirler. Kalp atışlarımızı, nefes alışımızı, cinsel dürtülerimizi hormonlar yönetirler. Gece bizi uykuya daldıran, sabah uyandıran hormonlarımızdır.
Açlığımız, tokluğumuz, iştahsızlığımız veya tatlılara, böreklere, hamur işlerine, alkole karşı duyduğumuz dayanılmaz çekim veya sağlıklı gıdalara yönelim, tamamen vücudumuzdaki hormonların taşıdığı mesajlarla oluşur.
Bizi aç olduğumuz veya yeterince doyduğumuz konusunda uyaran mesajlar belirli hormonlarımızdan gelir.
Aldığımız gıdaların nereye gideceğine, yağa mı yoksa şekere mi dönüşeceğine, kaslara mı, karaciğere mi gideceğine yine hormonlar karar verirler.
Egzersiz yaparken bile, vücudumuzun neresindeki enerji depolarını ve yağları kullanacağına, hangilerini muhafaza edeceğine veya asla eritmeyeceğine yine hormonlarımız karar verir.
Beyin metabolizması:
Beyin metabolizmasının ritmi ve gücü zayıflayacak olursa, tükettiğimiz kalorileri etkin bir şekilde yakmakta zorlanırız. Şişman insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, bir tek temel sağlık sorunu olanlarda, beyin metabolizmasının % 30 oranında azaldığını gösteriyor. İnsanda birden fazla tıbbi sorun varsa, örneğin aynı zamanda hem menapozda, hem depresyonda ise bir de hipertansiyonu varsa, bu oran daha da azalır. Tüm kalp ve damar sorunları, kan basıncındaki değişimler, beynin metabolik ritmini düşürür. Sonuçlardan biri de, artan kilolardır..
Stresin etkisi:
Stres vücut ağırlığını çok fazla etkiler. Bazılarını zayıflatır bazılarına da kolayca kilo aldırır! Stres altındayken tüm vücut fonksiyonları karışır, alışmadığımız davranışlar üretmeye başlarız. Yaşam ritmimiz değişir veya farklı bir şekilde yemek yemeye başlarız. İnsan biraz rahatlamak için zevk arar ve bol şekerli, tuzlu zararlı gıdalar daha çekici görünmeye başlar. Gerginlik baş gösterdiği anda, böbrek üstü bezlerimiz aşırı derecede kortizol hormonu salgılar ve karaciğerimiz molekülleri hızla şekere çevirir. Bu değişimler yenilen her lokmanın yağ olarak depolanmasına neden olur.
Uykusuzluk ve açlık hormonları:
Uyku bozuklukları başlayınca, onları kısa sürede depresyon belirtileri takip eder. Uyku yoksunluğunun neden olduğu halsizlik ve duygusal çalkalanmalar genellikle yanlış gıdalara ve karbonhidrat düşkünlüğüne yol açar. Uyku ile kilo dengesi arasındaki ilişkinin şifrelerinden biri de Leptin hormonudur. Leptin, bize doyma hissinin sinyalini veren hormondur. Biz uykudayken Leptin seviyesi yükselerek, yemeye ihtiyacımız olmadığını hissettirir. Uykumuz kalitesizse yada bölünüyorsa, Leptin seviyeleri azalır. Tam tersine açlık bayrağını açan hormonlar yükselir.
Büyüme hormonu:Diğer bir adı da gençlik hormonu olan bu hormonun zamanla düşmesiyle, enerjimiz, vücudumuzdaki kemik yoğunluğu, kas kütlesi azalır ve yağlanma artar. Hele uyku sorunları da varsa, vücut büyüme hormonunu yerine koymakta büyük bir zorluk çeker.
Paratiroid Tiroit hormonundaki azalma metabolizmayı bozar ve karbonhidratların yakılmasını güçleştirir. Baş gösteren yorgunluk hali, bizi çoğunlukla gıda seçiminde yanıltan bir zaaf ve ruh durumu yaratır. Hasta kızarmış patates, cips, tatlılar ve hamur işleri yemek için can atar!
Bağışıklık sistemi:
İmmün sistem sorunları vücudumuzda iltihapların artmasına neden olur ve beyin travmalarına zemin hazırlar. Canımız hızla enerjiye dönüşen karbonhidratları çekmeye başlar. Ve kişi yediklerini, yaşamını yönetemez hale gelir.
Andropoz:
Erkek sexüel hormonlarının azalması, kalorileri yakmak için beyne giden uyarıları azaltır. Bu dönemde daima bel çevresi kalınlaşır ve vücut yağlanır. Çünkü kas kütlesi zayıflar. 40 yaşından sonra ruh hali değişen erkeklerin kafein, alkol ve karbondihratlara karşı düşkünlüğü de artar.
Menapoz:Östrojen ve Testesteron kalorileri yakmak için beyni uyaran hormonlardır. Progesteron ise gerginliği azaltır ve uyku kalitesini geliştirir. Böylece gereksiz gıdalara ihtiyacı azaltır. Ancak kadınlarda 30 yaşından itibaren östrojen, progesteron ve testosteron hormonları düşmeye başlar. Böylece her on yılda vücuda birkaç kilo daha yapışıp kalır..
Sindirim sorunları:
Sindirim enzimlerimiz yetersiz ise aldığımız gıdaları özümseyemeyiz. Vücudumuzu güçsüz hissederiz. Yine karbonhidratlara yöneliriz. Dolayısıyla beslenme kalitemiz gün geçtikçe düşer ve hayati önem taşıyan vitaminler, mineraller ve amino asitler gittikçe azalır. Çorap söküğü gibi sağlığımız ve kilo dengemiz bozulur.
İnsülin dengesi:
Pankreasın kontrol ettiği insülin salgısı ve glikoz toleransı bozulursa, insan kendini halsiz hisseder, canı tatlı ve hamur işleri çeker. Vücutta insülin düştükçe tatlı istersiniz, tatlı yedikçe insülin daha hızlı yükselir ve sonra düşer, ardından yeniden tatlı istersiniz. Karbonhidrat tüketimini kontrol edemezsek obezite ve diabet hastalığı kaçınılmaz bir akibet haline gelir. Aldığınız kilolar kalça ve uyluklarınızda toplanıyorsa, kilonuz genel olarak fazla ise ve aynı zamanda tatlılara, karbonhidratlara düşkün iseniz, sık sık diyete başlayıp sonra bırakıyorsanız; insülin direncinizi ölçtürmenizde yarar var. İnsülinin marifetlerinden birisi, olası kıtlıklara karşı vücutta yağ rezervleri yaratmaktır. Krom eksikliği glikoz toleransının bozulmasında önemli etkenlerden biridir.
Obezite virüsü:
Bir süredir, şişmanlamaya yol açan bir virüsten ve bunun bulaşıcı olabileceğinden söz ediliyor Hali hazırda bilindiği kadarıyla, “şüpheli virüs” onu taşıyan tüm insanlarda obeziteye yol açmadı. Eldeki veriler bu virüsün, zaten şişman olan kişilerin vücudunda daha fazla yağ oluşmasına yardımcı olduğunu düşündürüyor. Bu ihtimal kendini doğrularsa, bir aşı geliştirilmesi mümkün olabilir.
Obezite çok yönlü bir sorundur:
Oldukça uzun bir yazı olmasına rağmen, inanın daha bahsedilebilecek pek çok şey var. Toksinlerden, vücudun PH dengesinden, kalıtımın yansımalarından ve farklı psikolojik yaklaşımlardan da bahsetmek isterdim. Özetle anlatmaya çalıştığım konu, kilo almanın karmaşık ve çok yönlü bir olay olduğudur.
Size verilen diyet programını eksiksiz uygularsanız, belki bir miktar kilo verebilirsiniz. Ama kilo almanıza neden olan metabolik bir sorununuz veya hormonal-genetik bir yatkınlığınız yada tedavi edilmesi gereken boyutlarda davranışsal bir sorununuz var ise, sıkıntılarınız yerli yerinde kalır veya ilk fırsatta geri dönmek üzere kilolar pusuda beklemeye devam eder. Yani kalıcı olarak zayıflamak için çok yönlü bir tedaviyi aynı anda devreye sokmak gerekir.
Dr. Yasemin F. Amato
NOT: Bu yazıdan yararlanmak istiyorsanız lütfen Dr. Yasemin F. Amato'ya ait olduğunu belirtiniz ve kaynak gösteriniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder